Son Dakika HABER
|
Bayanlara atılan lafların cevapları
Adam: Daha önce tanışmamış mıydık?
Kadın: Evet Hayvan Hastanesi’nin
danışmasında çalışıyorum.
Adam: Daha önce sizi bir yerlerde görmemiş miydim?
Kadın: Evet. Bu yüzden artık dışarı
çıkmıyorum.
Adam: Sana mı gidiyoruz, bana mı?
Kadın: İkisine de. Sen kendi evine, ben
benimkine.
Adam: Bir kadını nasıl mutlu edeceğimi bilirim.
Kadın: İyi. O zaman beni rahat bırak.
Adam: Seni çıplak görürsem mutlu öleceğim.
Kadın: Ama ben seni çıplak görürsem
gülmekten öleceğim.
Adam: Sana kendimi hediye etmek istiyorum.
Kadın: Basit hediyelerden hoşlanmam.
Adam: Senin için dünyanın sonuna giderim.
Kadın: İyi. Benim için orada kalır mısın?
Ortalık Karışacak....
Agir bir hasta hastahanede. Tum ailesi bekleme odasinda
doktorlardan haber bekliyor.Yorgun ve umutsuz bakisli bir doktor
bakiyor 'Tek yasam sansi var oda beyin nakli. Boyle bir ameliyati ilk olarak deneyecegiz, tabi masraflar hastanin ailesine ait...'Aile, saskin, yorgun, caresiz...
Aralarindan biri 'Peki ama fiyat nedir diyor ?'Degisir diyor cerrah. 5000
Euro erkek beyni kullanirsak, 200 euro kadin beyni kullanirsak.
Uzun bir sessizlik... Beyler gulmemeye calisir..
Hanimlarla gozgoze gelmekten kacarlar..Ama aralarindan biri
merakini yenemez, peki doktor bu fiyat farkinin nedeni nedir diye
sorar.Cerrah gulumser.. 'Eh tabi, ayni arabalar gibi,
kadin beyinleri ucuz oluyorr akillarini cok kullandiklari
icin. Kullanilmis akil, kullanilmis beyin.. Erkek beyni hic
kullanilmamis sifir km araba gibi pahali oluyor.....
'ZEKI BIR KADINA ILETMEYI UNUTMAYIN
Hikayenin
ortasinda gulumseyen BEYLEREEEEE selam.Hikayenin sonunda
gulumseyen hanimlar opuldunuz....
İşler yine tıkırında!
Bir bayram kokusu havada!
Düğün-dernek kurulmuş,
Oyunlar oynanıyor:
"Şen ola düğün, şen ola"
Duymuyor musunuz?
Kapılar tutulmuş,
Kazanlar kaynatılıyor
İşte yine karanlık olmuş!
Bilirim, bu hain el kimindir,
İlahlar büyüyor bir yerlerde
Görmüyor musunuz?
mert&sadet
Flaşşşşşş (Kadını geriletme ve eve hapsetme 10 yıllık
planı)
KADINLARIMIZ
Bir kadın çocuktur aslında.. Çocuk gibi davranmayı sever.Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister. Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını. Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz, ama asla onu bir Çocuk olarak görmeyeceksiniz.Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.Bir kadın hayattır aslında. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız, ne yazık ki yaşamıyorsunuz
AK KADIN Evi siler süpürür durur. Camlar, kapilar, duvarlar piril, pirildir.Bal dök yala, ama iste o kadar. Baska bir sey arama...Kapidan "Kirli ayaklarinla girme. Daha yeni temizledim, sakin kirleteyim deme. Usandim su evin kirinden pasindan" diye bagirir. Kocasi azicik itiraz edecek olsa,"Baskalari gibi eve temizlikçi kadin almiyorum, gene de yaranamiyorum" diye sizlanir.
PAK KADIN
Ikide bir banyo yapar, çamasir yikar.
Kocasina, " Kirli elbiselerinle oraya oturma.
Eve girer girmez banyoya! Su pis seyleri çikar da gir yataga" diye çikisir.
Yatakta adama, "Aksama kadar çamasir, ütü beni yordu.
Simdi seninle ugrasamam " diye sirtini döner.
Ona göre, sadece yikamak, ütülemek hüner...
LAK LAK KADIN
Uyanir uyanmaz hemen baslar mesaiye. Yan komsuya günaydin demeye gider, oradan alt kata damlar. Aksama dek yüz kapinin ipini çeker. Ayakli gazetedir. Çene çalmayi çok sever. Lak, lak etmekten yemek yapmayi unutur. Kocasini, " Bu aksam da peynir, ekmek, zeytin falan yiyiverelim. Üstüne de mis gibi çaylari içtik mi ohhhh!" diye avutur. Adam, "Her aksam böyle diyorsun. Midem sulu yemege hasret kaldi be!" diye diklenmeye kalkarsa, "Bunu da bulamayanlar var, sükret haline" der. Yani zeytin yagi gibi üste çikar ve onu susturur
YAK KADIN
Içi seni yakar, disi beni. Süslenir, püslenir, alimli çalimiyla erkeklerin gönlünü yakar. Aynanin önünde onu mu giysem bunu mu.. derken ocaktaki yemegi yakar. Bütün parasini giyime kusama harcar. Böylelerine "süs biberi" derler, "Adamcagizin basini yakti" diye elestirirler. Bir sigara yakar, vitrinlere bakar. Ocagi açik biraktigini unutur, dükkan, dükkan gezerken evi bile yakar...
BAK KADIN
Evdeki kiri, tozu görmez ama sokaktan kimler gelip geçiyor, komsulara kimler girip çikiyor, hepsini görür. Bir gürültü duysa bakmak için hemen kosar. Televizyon ekranina, vitrinlere bakmaya bayilir. Bir eve gittigi zaman kadinin giydigi giysilerden, evdeki esyalara kadar her seye bakar, yorum yapar. Tabi ikide bir de aynaya bakar
kendini inceler.
TAK KADIN
Mücevheri pek sever. Kollarina bilezikler, boynuna kolyeler, kulagina küpeler takar. Akli fikri altin gümüs takilardadir. Birini çikarir öbürünü takar. Bazen da üçünü besini bir arada takar. Eve gelince yedek pesine erkekleri takar, ama kendisi kimseyi takmaz. Kuyumcularla senli benlidir. Bazen kocasinin boynuna bir halka takar pesinden sürükler durur... Bazen de altin yaldizli boynuz takar
SOKAK KADIN
Gözü hep disaridadir. Gezmeyi çok sever. Sabah evden bir çikar sokak, sokak dolasir, turistik sosyetik yerlere gider. Sokakta tanistigi insanlarla hemen kaynasir. Eve girmeyi cani istemez. Orada bile pencereden sokaga bakar durur. Güzel havalarda parklarda, sokak kapisinin önünde oturur. Biraksalar sokakta yatar. Böylelerini ya koca kendisini, ya da kendisi kocasini basindan atar. Bu tür kadinlara halk arasinda "sokak süpürgesi" derler.
ATAK KADIN
Erkeklerin kadinlari ezdigi inancindadir. Ikide bir de onlara çatar. "Bizi köle gibi kullaniyorsunuz" diye suçlar. Oysa kendisi kocasinin parasini yer. Vaktini kadin derneklerinde, toplantilarda, panellerde geçirir. Evine hiç bakmaz. Kocasi biraz söylenecek olsa, "Zaten siz erkekler hep böylesiniz. Bizleri eve zincirlerle baglamak istersiniz" der. Ondan bir hediye almadan barismaz
BATAK KADIN
Alinin külahini Veliye, Velinin külahini Aliye giydirir. Erkek gibidir veresiye alisveris eder. Borç takmadigi esnaf yoktur. Yakalanacagini anlayinca mekan degistirir. Makyajiyla erkeklerin akillarini baslarindan alir. " Buyurun efendim, dükkan sizin, ne isterseniz alin. Para önemli degil" dedirtir. Koca taksit ödemekten illallah eder. Kocasi karisina biraz yaklasacak olsa; "Dur ne yapiyorsun? makyajimi bozacaksin..." Saçina el atsa; "Aman saçimi bozacaksin. Ikide bir de kuaför parasi veremem. Zaten borcum var kendisine" yanitini alir.
HAK KADIN
Hem disarida hem evde çalisir. Isten gelir gelmez is kiyafetini çikarmaya vakit bulamadan mutfaga girer. Yemege, bulasiga el atar. Salatayi yapar, sofrayi kurar, kocasinin önüne koyar. Aksamda onun gönlünü yapmaya çalisir. Cumartesi pazarin keyfini çikaramaz. Tatil yapamaz. Evi temizler, çamasir yikar, her tarafi siler süpürür, çocuga bakar ama gene de kimseye yaranamaz. Kocasi kendisini soguklukla suçlar. Akrabalar, hiç bizi arayip sormuyorsun der. Konu komsu burnu büyük, kimseyi begenmiyor diye dedikodu eder. Tam bir oh çekip oturdugu sirada kocasi bir bardak su ister. "Kalk kendin al" dese suç olur.
feministler hemen ziplamasin "KADINLAR"
ÇIÇEKTIR..;)
KADINLARIMIZ KADINLARIMIZ
Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak, ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru.
Nazım Hikmet
Kadınlarımız.
"Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin!"
"Kızını dövmeyen dizini döver!"
"Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası"
" Kadının saçı uzun, aklı kısadır."
" Karı gibi gülme!"
Bunlar kadınlarımız hakkında tarihsel süreç içinde söylenmiş ve günümüzde de hala bazı erkeklerin dillerinden düşürmedikleri kadınları aşağılayan sözlerden sadece birkaçı. Bu örnekleri çoğaltmak da mümkün.
Peki, bu sözler acaba başka hangi dilde var? Hangi toplum kadınlarına bu denli hor gözle bakıyor? Bilen varsa söylesin!
Türk kadını özgürlüğüne ve hak ettiği saygınlığa kısmen de olsa ancak Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte kavuşabildi. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana 85 yıl geçmesine rağmen kadınlarımız maalesef toplumumuzda hak ettikleri yere hala gelememişlerdir.
Bir taraftan kadın profesörlerimizle övünüyoruz ama, öbür taraftan ülkemizde kadınlar hala bir koyun gibi alınıp satılmaktadır. Peki, yıllardan beri içinde yaşadığımız Federal Almanya´da biz göçmen Türk erkeklerinin çoğunun kadınlarımız hakkındaki görüşleri çok mu değişti?
Maalesef hayır!
Kaç tanesi eşine insanca davranıyor, eşini mutlu edebiliyor? Dışarda yabancıya evliya görünen göçmen Türk erkeklerinin birçoğu, evde eşlerine karşı adeta eşkiya kesiliyorlar.
Konuşmaları faul, duruşları ofsayt ve oturuşları kırmızı kart olan kimi Türk erkekleri de, gurbette kadınlarımıza yaşamı zehir ediyorlar.
O kadınlarımız ki, Kurtuluş Savaşı´nda sırtlarında cepheye mermi taşıdılar.
O kadınlarımız ki, Atatürk Türkiye´sinde fabrikada tütün sardılar, tarlada ekin biçtiler, memlekete asker yetiştirdiler.
Ve yine O kadınlarımız şimdilerde de gurbet elde el-emeği göz nurlarını satmaktadırlar, akort çalışıp, temizlik yapmaktadırlar.
Göçmen Türk kadınlarının çoğu sanki gurbette el kahrı çektikleri yetmiyormuş gibi, bir de evde koca kahrı çekiyorlar, dayak yiyorlar, aşağılanıyorlar ve kaynana dırdırı dinliyorlar.
Kimileri ise kumar oynayan, işsiz-güçsüz avare-avare dolaşan, kahve ve barlarda sabahlayan eşlerinin tüm bu tutum ve davranışlarına katlanmak zorunda kalıyorlar. Bir çokları da yine ne yazık ki, kocalarının baskısıyla şeriatın değirmenine su taşıyorlar.
Diğer taraftan yoksul ailelerden gelen genç kızlarımız hiç tanımadıkları ve huyunu-suyunu bilmedikleri gurbetçi akrabalarının çocukları ile evlenip, başlarına geleceklerden bihaber buralara geliyorlar. Büyük beklentilerle geldikleri Almanya´da bir çokları günün birinde koca teröründen kaçıp, soluğu ya avukatta ya da sığınma yurtlarında alıyorlar.
Peki, 40 metrekarede yaşamaya mahkum edilen kadınlarımıza ne dersiniz?
Tüm bunlara niye katlandıkları sorulduğunda onlar çoğukez; "Namusum uğruna çekeceğim. Kaderimmiş çekmek zorundayım" derler. Çünkü törelerimiz de onlara her koşulda kadere razı olmak gerektiğini emrediyor.
Oysa insanca yaşamak, mutlu olmak onların da hakkı. Türk kadını genelde paylaşımı seven, sade bir yaşam süren, eşi ve yuvası için çalışıp-çırpınan, yeri geldiğinde saçlarını süpürge eden ve herşeyi sineye çekebilen bir yapıdadır.
Yuvaları bozulmasın diye bir çokları herşeye katlanırlar. Onların eşlerinden beklentileri sadece kendilerine gurbet elde insanca davranmaları ve ailelerine bağlı olmalarıdır.
Ninem hep böyle söylerdi anlamlı ata sözleri özlü sözler
— Kadın var taşı aş yapar, kadın var aşı taş yapar.
— Ata nal çakıldığını görmüş, kurbağa da ayaklarını uzatmış.
— Kusuru söylenmeyen adam, ayıbını hüner sanır.
— Arazi eve yakın, at yere yakın, avrat ere yakın olmalı.
— Kartal sinek avlamaz, köpek kusa havlamaz; aklı olan gelin, kaynanaya hırlamaz
— Susmak, dayanılması çok güç bir cevaptır.
— Para; çoğu kapıyı açar, ama kilitleyemez.
— Cahil savaş davuluna benzer; sesi çok, içi bostur
— Kar kuytuda, para pintide eğleşir.
— Aşkın nevi bir, taklidi bin türlüdür.
— Aşk kızamık hastalığı gibidir; insan ne kadar geç yakalanırsa, o kadar ağır geçirir
Beyler! Unutmayınız!.. Leyla´nın yarısı Mecnun, Romeo´nun yarısı Juliet´tir.
Anton Çehov: ’’Erkeksiz kadın solar, kadınsız erkek ise aptallaşır.’’ diye boşuna dememiş.
Rıza Almalı, Münster, Almanya. 15.01.2008
Bizim Köyün Kadınları
Köyde yoksulluğun ne olduğu bilinirdi ama, “Buralarda yoksul var mı?” sorusuna da kimse kolayca cevap veremezdi. Hoş böyle bir soru da kimsenin aklına gelmezdi.
Kuzey yarım küreyi per perişan eden ikinci büyük savaş daha yeni sonlanmıştı. Her yanda açlık sefalet ve yoksulluk kol geziyordu. Bizim köylüler de azami düzeyde bundan nasiplerini aldılar. Gaz, tuz, bez en çok kıtlığı duyulan şeylerdi. Evlerde kendir liflerini işleyerek ailesini giydirmek için çırpınan neneler, teyzeler ve halaların dokuma tezgâhları çalışıyordu. Geceleri tezgâh başında gündüzleri tarlalardaydı kadınlar.
Bizim oralarda mevsimler kendilerine has özelliklerin keyfini çıkararak, üstelik bu keyfi insanlara da hissettirerek, yaşatarak gelir geçerler. Kışın kar'ı yüksek dağlarda ana yaşmağı, köy içindeki ağaçlarda salkım saçak pamuk yığınları gibi görünür. İlkbahar ve yazın yeşili; dünyanın hiç bir yerinde bu kadar çoğulcu olamaz. Hele son baharın sarı yaprakları; sarı rengin tüm tonları sanki bizim ormanlardan yayıldılar dünyaya. Renklerin anavatanı bizim vadinin yamaçlarındaki ormanlardır desem çok da abartmış sayılmam.
Gel gör ki yaşamanın tüm zorlukları da oralarda şekillenir. İnsanlar hayatın her alanına en zor koşullarda direnirler. Bu direniş ile mitolojik çağda Doğu Karadeniz'de yaşamış olan Amazonların torunları olduklarını kanıtlarlar bir bakıma.
Bitmez tükenmez yağmurlar insanların yaşamını sıkıntıya soksa da doğayı olabildiğince zenginleştirir ve güzelleştirirler. Bu yüzden olmalı ki doğadaki bitki örtüsü çok zengindir oralarda. İnsanlara dünyanın en güzel renklerini, en güzel meyvelerini, en güzel mevsimlerini, en güzel yaşam alanlarını sağlasa da; kibirli, gururlu biraz da kendini beğenmişlik içindedir. İnsan yaşamını zorlaştırır, geçit vermez engeller oluşturur. Yamaçlar, bayırlar, yarlar, ormanlarla engeller oluşturur insanlara.
Savaş sonrası yıllarda kıtlık, yoksunluk, yoksulluk, yokluk her alanda söz sahibiydi. Ne ilgisi varsa, çayırlıklar bile yeteri kadar ot üretemiyordu. Kış yaklaşırken hayvanların yiyecekleri sorun olmaya başlardı. "Eğer kara kış ortasında otlar tükenirse?" işte bu dert herkesin yüreğini ağzına getirirdi.
Kızlara gelinlere, yaşlı kadınlara, hamile kadınlara bu kez başka bir iş düşerdi. Meryemana ormanlarına taflan yaprağına giderlerdi. Taflan kışın yapraklarını dökmez. Yetiştiği ormanlar bizim köye dört beş saat uzaklıktaydı. Gidiş dönüş sekiz on saatlik yaya yol.
Geceden yola çıkılmalı ki gün akşam olmadan eve dönülebilsin. İpler, tirmaçlar, fenerler ve azık olarak da bir parça mısır ekmeği ile biraz peynir akşamdan hazırlanırdı.
Yarı gecelerde yola çıkardı insanlar. Pangal ormanlarındaki patika yollardan kadınlar, kızlar tek sıra halinde giderlerdi. Herkesin elinde fener olmazdı. Eli fenerli olanlar aralarda giderdi. Yinede de yeteri kadar aydınlanmazdı yollar. Karanlıkta ayağını taşlara vuranlar, kayarak düşenler bir çığlık atardı boşluğa doğru. Çığlık sesi karşı yamaçlarda yankılanırdı. Yürüyenler durur ve sorarlar, çok önemli bir şey olmadıysa onlarda haykırarak şenlendirirlerdi ormanları.
Yollar uzun ve çileliydi. Gecenin sessizliğinde yukarı ormanlardan, Galyan tepelerinden çakal ve kurt ulumaları duyulurdu. Çok aşağılardan coşan derenin sesi gelirdi. Yaban hayvanları ile karşılaşılabileceği kuşkusu yolcuları ürkütürdü. Sesi güzel olanlar türkü söylerdi. Bu türkü söylemeler güven verirdi onlara. Yürüyenler türkücülerin türkülerine eşlik ederlerdi. Ola ki, yaban hayvanları taflan yolcularının seslerini duysun ve uzak gitsinler.
Taflan yolculuğunda türkülere ara verildiği zaman kız kaçıran ayı masalları anlatırlardı. Ayılarında iyi kalpli kötü kalpli olanlarının masalları anlatılırdı. Yaban adamı masalları anlatılırdı. Gerçekte yaban adamı olmadığını herkes bildiği halde yinede anlatırlardı. Yaban adamları kime denk gelirse kaçırırlarmış. Ama masalları genellikle hoş bir şekilde sonuçlanırdı. Mağaralarında dertleşecek adam ararlardı çoğunlukla.
Arada bir Taşboğazı ve Mangana tepelerinden inen vadilerden taşlar yuvarlanırdı, yamaçlardan aşağı, delice zıplayarak uçuşurlar, yolcuların yakınlarından geçerlerdi. Herkes korkarak bir ağacın arkasına saklanmaya çalışır ve bildikleri duaları sessizce okurlardı.
İskalita bayırlarını geçerken gün ağarır, fenerler söndürülürdü. Bazıları bohçasından çıkardığı mısır ekmeğini ısırarak sabah kahvaltısı yaparken bir yandan da yürümeye devam ederlerdi. Artık Meryemana ormanlarına bir saatlik yol kalmıştır.
Yolculuk sona erdiğinde önce çoban ateşi yakarlardı. Herkes toplanır, döne döne ısınırlardı. Sonra da ısınanlar, manastırın karşısından başlayarak sesli kayaya kadar çıkan ormanlara yayılırdı.
Taflan dallarını keserken de türküler söylerlerdi. Bu türküleri ormanın sessizliğinden korktukları için söylerlerdi aslında. Arada bir arkadaşlarına haykırarak seslenir ve yüklerinin ne kadarını hazırladıklarını öğrenirlerdi. Hiç durmadan çalışır bir an önce köye dönüşün hesaplarını yaparlardı. Eğer sis yok da görünüyorsa, Güneş tam tepeye gelmeden yükler hazır olurdu. Artık dönüş zamanıdır ve yolculuğun en zahmetli bölümü başlayacaktır. Sırtlarında taflan yükleri ile inişli çıkışlı patika yollarda saatlerce sürecek olan geri dönüş yolculuğu.
Çayır ve mısırların verimsiz olduğu yılların ardından güz ve kış ayları hep böyle geçerdi. Ramazanlara denk gelindiği zamanlarda yol hikayeleri daha bir çetin hal alırdı. Herkes orucunu tutardı. Bir eşeğin bile zor taşıyabileceği yükün altında ağır ağır yürürken, açlığa da direnmeye çalışırlardı genç kızlar yaşlı veya hamile kadınlar. Direnemeyenler hem ağlar hem de sırtlarındaki taflan yükünün ağırlığı altında iki büklüm, tırmanırlardı yokuşları.
Ağlayanların ağıtlarını tüm orman sessizlik içinde dinlerdi. Kuşlar ve yaban hayvanları bu ağıtları ezberlediler. Sonraki yıllarda, güzel öten kuşların, yanık yanık uluyan diğer hayvan sesleri bizim kadınların ağıtlarına benzetildi.
Yürek dağlayarak, yol ağıtı yakan kızların adları her yerde söylenir oldu.
Ve o kızların ağlamaklı ezgileri hafızalara kopyalandı, dilden dile ulaştı.
GÜNEYDOĞUDA EN VERİMLİ TOPRAK: KADIN
Güneydoğu’da erkekler kadının toplumsal ve politik yaşama katılmasının önemini anlamışlar ama başkalarının önyargısını kırmak konusunda isteksizler. Buranın kültürel atmosferi herkesi öğüten bir değirmen. Buna bir de hiyerarşik feodal ilişkiler eklenince hayat çok zorlaşıyor.Herkes töre aleyhinde ama töreye uyuyor. Kadınlar artık televizyondan başka dünyaları ve onların kadınlarını izleyebiliyor. Onlar gibi yaşamadığının farkında. Ev içi yaşamı kabullenen kadın sokakta tek başına var olamıyor. Burada değişimi kız-erkek ilişkisi bazında sağlayacak olan yer üniversiteler . Sosyal alanlar onlarla birlikte açılmış. Normalleşmiş.
Şanlıurfa Sanayici ve İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Abdülgani Hartavi: “Kadının toplumsal hayata girmediği yerde herşey yarımdır. Kadın eve aittir düşüncesi var hala bizde “diyor. Bu Urfa’da kadın erkek herkesin hemfikir olduğu bir olgu. Fakat kimsenin eylem planında bunu değiştirmeye cesareti yok.Ya da çok yavaş değişiyor kadın meselesi diyebiliriz. Toplumsal baskı o denli yoğun ki “elalem ne der” korkusu nedeniyle kimse fikrini zikredemiyor. Kimse kadın konusunda gelenek dışı davranmayı göze alamıyor.
Urfa’daki en büyük sorun kadın da kilitleniyor bence.
Bizi hep köylü gibi gösteriyor gazeteler diye Urfalı kadınlar bana yakındılar ama fotoğraf çektirmeye ve konuşmaya razı olmadılar. Eşlerinden izinsiz fotoğraf çektirmek büyük suç. Kadın evin içinde egemenlik alanı kurmuş ve bunun dışında varolamıyor. 1970’li yıllara kadar Urfa bir kent yaşamına sahipmiş, hatta kadın garsonlar çalışırdı diyorlar.Gazinosu, açık kapalı sinemaları, tiyatro ve yüzme sporlarıyla canlı olan kent yaşamı tüm Türkiye’de olduğu gibi burada da köylülüğe teslim olmuş.Ardından terör her şeyi susturup soldurmuş.
Siverek de konuştuğum aileler de nasıl modern yaşadıklarını 1970’li yıllara kadar anlattılar. Aşiret reisinin kızları bile mini eteklerle fotoğraf çektirmiş,50 yıl öncesine ait siyah beyaz bir fotoğrafa bakıyorum; üç erkek üçünün de başında kasket var.Oturan erkek elinde bir şık baston taşıyor,diğer ikisi bastonlarını onun başı üstünde çapraz tutmuş ve omuzuna yaslanmışlar. Kuşakları,mintanları ve şalvarlarının üstüne giydikleri kruvaze ceket bir dönemi değil değişime duyulan özlemin sür git ifadesini taşıyor sanki.
Kentleri nasıl yitirdiğimizin karşılığı sadece göç değil elbette. Kendi kültürel zenginliğini, köklerini ve özgünlüğünü yitiren insanlar bağnazlığa esir düşmüşler. Din otoritesi yükselmiş bu boşlukta.
Siverek tarzı kapalı, kale evler ve içlerinde geniş avlularıyla taş binalar.Dışarıdan sadece yüksek duvarların görüldüğü bu bazalt taşından yapılma evlerin iç mekanları ferah ve aydınlık.Bibi’nin evi eski bir Ermeni evi yüksek tavanlı, yüksek pencereli bir ev. Geniş avluda taht ve sedirler var, acı biberin kokusu avluyu sarmış,.Kıpkırmızı biberler yerlere sere serpe uzanmış . Bazı pencerelerin içi taş ve çimentoyla doldurulmuş, neden diyorum: 1979’da PKK olaylarnıdan sonra oldu diyor, o günlerde elde tüfek nasıl yaşadığını anlatıyor. Siverek silah demek, burada kadın erkek herkes silahla yatıp kalkıyor. Tüm bölgede olduğu gibi eskiden ceylan avı yaygınmış. Kürsüye oturup etrafı dinleyince insan uzak geçmişin ruhuyla doluyor birden.Bazalt taşların siyah, süngerimsi dokusundan sızıyor geçmiş.Eski yiyecek ambarlarına sığınak diyorlar. Herkesin tam otomatik çamaşır makinesi ambarı süslüyor. Bilecik köprüsü yapılmadan önce limon, portakal bilmediklerini anlatıyor Haco. Buğday yıkatmadan,bulgur kaynatmaktan ve bulguru çekmekten söz ediyor kışlık hazırlık olarak. Üzüm basıyorlar buralarda adı “Bastık” yani pestil.Çok kaynatılmışına kesme, içine nişasta konana kırma ya da tatlı sucuk deniyor bu ürünlere. Sokakta bir kadın Siverek üsülü mavi çadır örtmüş üstüne ellerine sıkılmış üzüm kovaları daracık sokakda yürüyor. Bağlar bu bölgede bol. Eski bir söz “ Patlıcan boli,domates boli/ Siverek küçük İstanbuli” . Sebze bulmak o zaman çok önemli ve Siverekli çalışkan.
Siverekliler terörle yüz yıl geri gittik diyorlar. Siverek ‘de çiftlik çubuk işleten “hanımağa”lar çok. Kadınlar aile işlerinde söz sahibi ama doğrudan değil.
Urfa’da kadınlar için bir toplantı düzenlerseniz katiyen erkek girmeyeceğinin garantisini vermeniz gerekli yoksa kadınlar gelmez. Kadın erkek mekanları ve yaşama alanları ev dahil hep ayrı ayrı. Kadınlar çalışmıyor.Çünkü kadın çalışırsa erkeği onun karnını doyuramıyor derler diye inanıyorlar. Hala çalışmak ayıp, Edessa Otel’in yöneticisi hanım çalışacak kız bulamıyoruz diyor.Başı örtülü bir genç kız bulabilmiş sonunda“mutlaka ben de bu işi öğreneceğim” diyen. Tezgahtar bir kızla konuştum liseyi bitirmiş Ayşe ve başı bağlı. Evde oturmak istemediği ve çalışmak istediği için butikte çalıştığını söyledi.
Gittiğim kuafördeki gelinin fotoğrafını çekmek istedim izin vermediler. Yeni liseyi bitirmiş gelin hanım tüm ailesiyle kuafördeydi. Görücü usülü evlenmiş ama eskisinden farklı olarak birbirlerini görmüşler ve saatlerce telefonda konuşabilmişler! Urfa’da eskiden Kızlar Hamamı denilen hamamda kızlar görücüye çıkarmış ve düğün gecesine kadar damat gelin birbirini görmezmiş. Düğün en az bir hafta sürermiş. Şimdi ekonomik nedenlerle bir kına gecesi bir düğüne inmiş.Hadi bilemedin üç gün diyorlar. Gelinin eline bir bardak ya da şişe veriyorlar, mutlaka bunu atıp kırması gerekiyor. Bu geleceğin aydınlık olacağını anlatan bir simge. En önemli simgelerden biri de ayna. Nar da geleneksel olarak kullanılan bir sembol ve gelin bunu duvara çarpıp berektli tanelerin saçılmasını sağlıyor. Başlık parası sosyal yapıda süren bir töre.
Herkes başlığa karşı ama başlık parasını kaldıramıyorlar çünkü toplum yaptırım uygular, onu rededer diye korkuyorlar.Bir insan başlık almadan kızını verirse kız defolu anlamına geliyor, bu nedenle asla kızını başlık almadan veremez. Bölgenin sorunlarını çözmek için “Aa! ne ayıp şeyler,yapmayın” demek ya da yasaklamak yeterli değil.Çözüm için buranın sosyal yapısının analizinin yapılması gerekli bunu yapmak için katılımcı bir modelde araştırma yapmak ve önyargısız değerlendirme esas.
Çağlayan Kız Lisesi bu sene açılmış ve 65 öğrencisi var. İlkokulu ise karma. Kızlarla konuşuyorum hepsi meslek sahibi olmak istiyor, gözleri pırıl pırıl kararlı kızlar. Televizyon seyrediyor musun diye sorduğum biri hayır, ben çok çalışıp en başarılı olmak istiyorum diyor. Hepsi dünya ve Türk edebiyat klasiklerinden bir örneği okuyorlardı derste. Kızlar da erkkeler gibi sayısalda başarılı. Batı’da sözel Doğu’da sayısalda başarılı öğrenciler dediler. Sadece babası avukat olan bir kız avukat olmak istiyordu. Ama lise düzeyinde bir iki gazeteci olmak isteyen de çıktı. Birinci tercih doktor olmak. Sonra endüstri ve tekstil mühendisliği geliyor.On kız öğrenci İmam Hatip’ten gelmiş ve altısı başını açmış burada. Okumamış zengin kızını okutmak istemiyor, karma okula da göndermiyor. Kızını spora vermek istemeyen veli bile var Urfa’da.Kızlarını okutanlar öğretmenler hep. Kızlar voleybol, basketbol takımı istiyorlar,flüt çalmak özlemleri. Bir öğretmen çocuğu olarak okutulan Dilek öğretmen o zaman ne çok tepki aldığını anlatıyor.
Urfa’da Kız Öğretmen okullarının kaldırılması kızların okutulmasına ağır bir darbe vurmuş. Okullar kalkıncaya kadar ki kuşak hep öğretmen.Sonra okullar kalkınca karma eğitime kızlar gönderilmemiş.
Zaten kırsal alanda evlenme yaşı 17, kentte 17.5 . Kırsal alanda genel olarak 15 yaş civarında evleniliyor. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim bölgede kızların eğitilmesine bir darbe vuracak. kızını onbeşe kadar okulda tutmak istemeyenler kızlarını hiç okula göndermeyecek bu defa. Taşımalı eğitimde bile kız çocuklarının bir araçla uzaklaşıp geri gelmeleri kabul görmemişken bu yeni uygulama tepki çekiyor.Akraba evlilği çok yaygın ve kırsal bölgede kadınlar Türkçe bilmiyorlar.
Örneğin Hilvan Belediye Başkanının eşi Kürtçe konuşuyor.Zehra hanım dokuz çocuk doğurmuş.Kızları bize tercümanlık yapıyor. Hiç okula gitmemiş o. Televizyondan herşeyi öğreniyorlar kızlar. Ablaları dört yıllık evli ve aile planlamasına uyuyormuş. Bizde biliyoruz diyorlar ve kızlar artık bu konuda annelerine baskı yapıyormuş bölgede. Kızlar onsekiz ve onyedi yaşındaydı, ikisi de nişanlı. İlkokuldan sonra okutulmamışlar çünkü kızları okula göndermek dikkat çeker, çevre laf eder diye gönderilmedik diyorlar. Ama ilkokul üçüncü sınıfa giden Fatma’yı okutacaklar.Bu değişen bir dünyanın habercisi mi?
Zehra hanım hayatında bir tek Mersin’e gitmiş.Denizi görmüş. Mayolu kadınları görünce çok şaşırmış,bana “vay babo, bu ne iştir” diyor. Burada kadın çarşıya çıkamaz diyor.Evin alış verişini erkekler yaparmış.Giyim alış verişini de Urfa’da karı koca birlikte yapıyor. Kısaca kadın burada tek başına hiç bir şey yapamaz.
Harran Belediye Başkanı İbrahim bey “her şey değişiyor, ben bile kızımı okutuyorum “ artık derken bu değişimin henüz ilkokul çağındaki çocuklar için başladığını anlıyoruz.
Harran Kaymakamı “Burada mutlaka kadın merkezli çalışmalar, araştırmalar yapılmalı.” diyor.
GAP İdaresi Başkanı Olcay beyle ÇATOM denilen merkezleri konuştuk: Yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya bir yaklaşımla yeni bir planlama anlayışıyla yeni bir kombinazyon ortaya çıktı.
İşi merkezileştirmek gerekmediği ortaya çıktı,katılımcı bir planlama yaptık burada örneğin.Biz projeleri finanse ediyoruz ama bir sivil toplum kuruluşuyla yapmayı istiyoruz.Artık değişim başladı, bir şeyler sorgulanmaya başladığında insanlar cevap veriyor. Erkeklerde de olumlu kıpırdanma var.ÇATOM (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) a önce kendileri karılarını, kızlarını getirip götürüyorlar.Arada kafalarını uzatıp bakıyorlar ne yapılıyor diye. Bir süre sonra karışmıyorlar. Köy ÇATOM’larının sonuçları son derece etkileyici. Mesela Dargeçit’teki ÇATOM’a 68 yaşında bir hanım okuma yazma öğrenmek için başvurdu.Bu beklenmeyen bir şey.Bir kadının dediği en büyük isteğim askerdeki çocuğuma mektup yazabilmek, düşünün.Artık bugün yazabilyorum diye seviniyorum.Önce iki ÇATOM’la başladık bir sene test ettik. Sonra beş tane daha açtık,şimdi beş tane daha açıldı, bir tane daha açmaya hazırlanıyoruz. AB çok ilgilendi.Bunları 62’ye çıkarmak için bir proje sunduk. En çok sevilen merkezimiz Dargeçit ÇATOM. Eski bir hükümet konağını düzenledik ve burası bir kadın mekanı olarak çalışıyor. Başında Dargeçitli lise mezunu bir genç kızımız var.Haftanın iki günü kadın doktor gidiyor, sağlık taramaları yapıyoruz, diş taraması yapıyoruz. Okuma yazma kurslarına genelde orta yaş üstü kadınlar katılıyor. Sağlık hizmetlerinin önemi burada ortaya çıktı.Şimdi bir ambulansı kliniğe dönüştürdük, gezici sağlık kabini olarak çalışıyor. GAP’ı sosyal veri ve bilgi tabanı haline getirmek için bir komisyon kurduk. Buna sosyal araştırma ve eylem kurulu adını verdik.Burada gönüllü kuruluşlar da var.Burada sosyal eylem planı geliştirdik. Biz kadın merkezli kalkınma ve eylem planları yapıyoruz.” Yani GAP idaresi yeni sosyal alanlar kurmaya çalışıyor. Bu ihtiyaç çok fazla olduğundan hemen kabul görüyor.Sosyal yapıda birbiriyle buluşamayan unsurları buluşturma gayreti var. Bu yeni dinamik sisteme girerse dünya kalkınma modellerinde yapılamayan, başarılamayan bir şey başarılmış olacak. Pilot projelerin geleceği bölgeyi kültürel anlamda yapılandıracak. Temel felsefesini “projenin temelinde insan vardır” diye özetleyen Olcay Ünver her kurumla ortaklık kurmaya özen gösteriyor.
İsviçre ve Dış İşleri Bakanlığı ortaklığıyla yapılan başka bir projeyi de İsmail Demirkol bana anlatıyor.Urfalı genç kızları meslek sahibi yapmaya dönük bu proje iş yönetimi, sekreterlik,avukat ya da doktor yanında çalışmak üzere eğitim vrecek bir kurs düzenliyorlar.Bu ücretsiz olacak.Yaklaşık iki yıl sürecek bu eğitim. Eğer boştaysa çocuk daha fazla zaman ayırabilirse kısa sürede bitirebilecek. İzmir’de EGS’nin bir vakfı var, onun aracılığıyla da konfeksiyon işçisi yetiştirmek amacıyla kız meslek lisesi desteğiyle genç kızlara dönük bir proje var.Bunlar da amaç bölgede ara eleman yetiştirmek , hem de iş dünyası dışında kalan kadınlar, genç kızlar iş dünyasına kazandırılacak, kalkınmaya entegre olacak.
Güneydoğu’nun erkeksiz sokaklarını evdeki kadınlar izliyor artık. Dargeçit’te ÇATOM’a gitmeye başlayan kadınlar önce grup olarak hareket ediyormuş. Herkes kadınları sokakata görünce garipsemiş. Ama şimdi Dargeçit sokakları kadınlarla renklenmiş ve bu doğal bir hale dönüşmüş. Şu anda 14 tane olan ÇATOM’ların kendi kendine kadın merkezlerine dönüşmesi bir tesadüf değil elbette. Kadınlar okuma yazma, yani Türkçe öğrenerek hayata dahil oluyorlar. Yoksa dil bilmediği için toplumsal yaşamın dışında kalıyor, bir otobüs levhası bile okuyamadığından başkalarına bağımlı. Okuma yazmanın ne büyük bir bağımsızlık olduğunu görmüş GüneyDoğulu kadın. Meslek edindirme kurslarına da rağbet çok fazla. Mesleği kazanan kızlar zor koşullarda çalıştıkları halde para kazandıkları için mutlular. Mesleği olan bir kadın neden evlensin diye de soruyorlar. Hepsi meslek sahibi olmak, iş sahibi olmak düşünde. Siirt’in erkek dolu sokaklarını Kadın Kurultay’ıyla aşan Siirtli kadınların da sorunu “iş ve ekmek” oldu en çok. Onlar adam yerine konmak ve para kazanmak istiyorlar. Urfa Sağlık köyünden bir kızın dediği gibi “paspas olmak” istemiyorlar. Namus cinayetlerinde yaşamını yitirmesi doğal görünen kadın kendi yaşamını geri istiyor. GüneyDoğu’da kadının sosyal yaşama katılmasının normalleştirilmesi gerekiyor. Çünkü kadınlar bu feodal çerçeveyi kırarak sosyalizasyonun önünü açacaklar. Kadınların doğrudan politikaya müdahil olmaları da böylece mümkün olacaktır. Güneydoğu’daki sorun kültürel ve sosyal.Bu boyutun çözümlenmesi kadın olmadan asla ! Günlük yaşamın içinde kadının normalleşme süreci politikanın değişmesine neden olacaktır. Politikadaki feodal ağalık geleneğini de kıracaktır.Türkiye’nin modernleşmesi gibi Güneydoğu’nun modernleşmesi de kadından geçiyor. Kadına yatırım en büyük geri dönüşümü olan yatırımdır. GAP projesi kadının verimli topraklarını da içermektedir.Türkiye kadınlarını keşfetmeli.
KADIN STATÜSÜ
Bütün insanlığın yayarı için her yerindeki bütün kadınlar adına eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerini ileriyi götürmeye kararlı olarak,
Her yerideki bütün kadınların sesine kulak veren ve kadınların,rollerin ve koşullarının farklılığını dikkate alan, dünya gençliğinde varolan umuttan güç alan ve bu yolu açan kadınları saygıyla anmalıyız.
Son yıllarda kadınların statüsünde bazı önemli konularda ilerleme kaydedildiğini ama gelişmenin eşit olmadığını,kadınla erkek arasındaki eşitsizliğin devam ettiğini ve bütün insanların iyiliği için ciddi sonuçlar doğurabilecek başlıca engellerin varlığını sürdürdüğünü kabul ederek,
Dünyadaki insanların çoğunluğunun özellik de kadın ve çocukların hayatını etkileyen, kökeni hem ulusal hem de uluslar arası alanlarda bulanan, artan yoksulluğun bu durumu şiddetlendirdiğini değ kabul ederek,
Kendimizi koşulsuz olarak bu sınırlama ve engelleri kaldırmaya ve böylece bütün dünyadaki kadınların ilerlemesini ve güçlendirilmesini artırmaya adayarak ve bunun, şimdi ve bizi gelecek yüzyıla taşıması için, kararlılık, umut, işbirliği ve dayanışma ruhuyla acil eylem gerektirdiğini kabul etmeliyiz.
Kadın ve erkeklerin eşit haklarına ve doğuştan değerli olduklarına ve B.M. Kuruluş yasası’nda kabul edilen karar ve ilkelere, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne ve diğer uluslar arası İnsan Hakları Belgeleri’ne özellikle Kadınları Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ne ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Deklarasyonu ve Kalkınma Hakkı Bildirgesini göz önüne almalıyız.
Düşünce, vicdan,din ve inanç özgürlüğü dahil kadınların güçlendirilmesi ve ilerlemesini ve böylece bireysel olarak ya da toplumda diğerleriyle birlikte kadın ve erkeklerin manevi, ahlaki, ruhsal ve zihinsel ihtiyaçlarına katkıda bulunmayı ve bu yolla onlara toplumdaki tüm potansiyellerinin farkına varmaları ve kendi hayatlarını, kendi arzularına göre biçimlendirmeleri fırsatını garanti etmeyi taahhüt etmeliyiz.
Kadınların güçlendirilmesi ve karar vermeyle yetkiye ulaşma sürecine katılmaları dahil, eşitlik anlayışıyla toplumun bütün alanlarına tam katılmaları eşitlik, kalkınma ve barışın sağlanması için temel koşuldur;
Kadın hakları, insan haklarıdır;
Eşit haklar, fırsatlar ve kaynaklara eşit ulaşım, aile sorumluluklarının kadın ve erkek tarafından eşit paylaşılması ve aralarında uyumlu bir ortaklık bulunması, kendilerinin ve ailelerinin iyiliği kadar demokrasinin sağlamlaşması için de çok önemlidir.
Sürekli ekonomik büyüme, sosyal kalkınma, çevresel koruma ve sosyal adalete dayalı olarak yoksulluğun yok edilmesini, eşit fırsatları, insan merkezli sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştiricileri ve yararlanıcıları olarak kadınların ve erkeklerin tam ve eşit katılımını gerektirmektedir.
Kadınların, sağlıklarının bütün yönlerini, özellikle doğurganlıklarını kontrol etme haklarının açıkça tanınması ve onaylanması kadınların güçlendirilmesinin temelidir.
Yerel, ulusal,bölgesel ve küresel barış, ulaşılabilir bir durumdur ve liderlikte, anlaşmazlıkların çözümünde ve bütün düzeylerde uzun ömürlü barışın yaygınlaşmasında temel güç olan kadınların ilerleyişiyle ayrılmaz bir biçimde orantılıdır.
Kadınların güçlenmesini ve ilerlemesini her düzeyde sağlayacak kalkınma politika ve programlarının dahil olduğu, etkili,verimli ve karşılıklı takviye edici,toplumsal cinsiyete duyarlı politika ve programları kadınların tam katılımıyla düzenlemek,uygulamak ve izleme çok önemlidir;
Sivil toplumun bütün üyelerinin, özellikle kadın gruplarının, ağlarının ve diğer hükümet dışı kuruluşların ve toplumsal aktörlerin özerkliliklerini koruyarak ve işbirliği yaparak katılım ve katkıda bulunmaları, Eylem Platformu’nun etkili uygulanması ve takibi için önem taşımaktadır;
Eylem Platformu’nun uygulanması,hükümetlerin ve uluslar arası topluluğun kesin kararlığını gerektirmektedir.Hükümetler ve uluslar arası topluluk Eylem için Konferansta karar verilenler dahil ve uluslar arası taahhütlerde bulunularak, kadınların güçlendirilmesi ve ilerlemesi için biran önce harekete geçmek gerektiğini kabul etmektir.
Kadınlara ve kız çocuklarına karşı her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak için bütün gerekli önlemleri almaya ve toplumsal cinsiyet eşitliliğiyle kadınların ilerlemesi ve güçlendirilmesi önündeki bütün engelleri ortadan kaldırmaya;
Erkeklerin, eşitliğe yönelik bütün faaliyetlere tam katılımda bulunmaya teşvik etmeye;
İstihdam dahil kadınların ekonomik bağımsızlığını yaygınlaştırmaya ve ekonomik yapıda değişiklikler yapma ve kalkınmanın vazgeçilmez elemanı olan kırsal bölgelerdeki dahil bütün kadınların üretim kaynaklarına, fırsatlara ve toplumsal hizmetlere eşit ulaşmasını sağlama yoluyla yoksulluğun yapısal nedenlerine inerek kadınların üzerindeki devamlı ve artan yoksulluk yükünü yok etmeye;
Temel eğitimin, ömür boyu eğitimin, okuryazarlığın ve öğretimin ve kızlarla kadınlar için birinci basamak sağlık hizmetlerinin sağlanması yoluyla sürekli ekonomik büyümenin dahil olduğu, insanı merkez alan sürdürülebilir kalkınmayı yaygınlaştırmaya;
Kadınların ilerlemesi için barışı güvence altına alacak olumlu adımlar atmaya ve kadınların barış hareketinde oynadığı rolü bilerek, kesin ve etkili uluslar arası kontrollü kullanarak genel ve tam bir silahsızlanma için etkin bir şekilde çalışmaya ve gecikmeden,nükleer silahsızlanma ile bütün nükleer silahların çoğalmasını önlemeye katkıda bulunacak, evrensel, çok taraflı, etkin bir şekilde gerçekleştirilecek ve kapsamlı bir nükleer denemeleri yasaklama antlaşmasıyla sonuçlanacak görüşmeleri desteklemeye;
Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türden şiddeti önlemeye ve ortadan kaldırmaya;
Irk,yaş,dil,etnik köken,kültür,din veya özürlü olmak gibi nedenlerle veya yerli halktan oldukları için güçlenme ve ilerlemede çeşitli engellerle karşılaşan bütün kadınların ve kız çocuklarının bütün insan haklarını ve temel özgürlükleri eşit kullanmalarını sağlayacak çabaları artırmaya;
Uluslar arası örgütlerin ve her düzeyde kurumların kesin kararlığını gerektirecek olan Eylem Platformu’nun başarıya ulaşmasını sağlayarak,ekonomik kalkınma,sosyal kalkınma ve çevrenin korunmasını,bütün insanların hayat standardını yükselteme çabalarımızın çerçevesini oluşturan sürdürülebilir kalkınma kavramının birbirine bağlı ve karşılıklı olarak birbirini destekleyen unsurları olduğuna inanmalıyız. Çevresel kaynakların sürdürülebilir kullanımı için yoksulların, özellikle yoksullukla iç içe yaşayan kadınların güçlendirilmesine yönelik hakkaniyetli bir sosyal kalkınma, sürdürülebilir kalkınma için gerekli bir dayanaktır.
KÜRESEL ÇERÇEVEDE KADIN
Eylem Platformu, kadınların güçlendirilmesi amacına yönelik bir gündemdir.Kadının ilerlemesi için,
Uygulanmasını hızlandırmayı ve kadının, ekonomik,sosyal,kültürel ve politik karar verme süreçlerinde tam ve eşit paya sahip olmalarını sağlayarak, toplumun ve özel yaşamın bütün alanlarına aktif katılımlarını önleyen engelleri ortadan kaldırmayı hedef almaktadır. Bu da, yetki ve sorumluluğun kadın-erkek arasında paylaşılması ilkesinin evde, işyerinde ve giderek ulusal ve uluslar arası topluluklarda yerleşmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Kadınla erkek arasındaki eşitlik bir insan hakları sorunu,sosyal adaletin önemli bir koşulu ve aynı zamanda eşitlik, kalkınma ve barışın vazgeçilmez ve temel ön koşuludur.
Kalkınma ve uluslar arası işbirliğini teşvik eden ve bu amaçla Birleşmiş Milletlerin rolünü güçlendiren belirli yaklaşımların ve taahhütlerin yer aldığı Dünya Çocuk Zirvesi, Birleşmiş Milletler Çevre ve kalkınma Konferansı, Dünya İnsan Hakları Konferansı, Uluslar arası Nüfus ve Kalkınma Konferansı ve Dünya Sosyal Kalkınma Zirvesinde ulaşılan görüş birliğinin önemini kabul etmektedir. Kalkınma Küresel Konferansı,Uluslar arası Beslenme Konferansı ve Herkes İçin Eğitim Dünya Konferansı kendi belirgin konuları içerisinde, kadın ve kız çocukların rolüne özel bir önem vererek kalkınma ve insan haklarının çeşitli sorunlarını ele almışlardır.Bunlara ek olarak Dünya Uluslar arası Yerli Haklar Yılı (4),Uluslar arası Aile Yılı (5),Birleşmiş Milletler Hoşgörü Yılı (6),Kırsal Bölge Kadınları Cenevre Deklarasyonu (7), Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Deklarasyonu (8) kadınların güçlendirilmesine ve eşitliğe ilişkin konuları vurgulamışlardır.
Soğuk savaşın sona ermesi uluslar arası değişikliklere ve süper güçler arasındaki rekabetin azalmasına yol açmıştır.Küresel bir silahlı çatışma tehdidi azalırken uluslar arası ilişkiler gelişmiş ve ülkelerarası barış umudu artmıştır. Küresel çatışma tehdidinin azalmasına rağmen, sıcak savaş, silahlı çatışmalar, sömürge ve diğer yabancı üstünlüğü biçimleri ve yabancı işgali, sivil savaşlar ve terörizm dünyanın pek çok bölgesini rahatsız ekmeye devam etmektedir. Silahlı çatışma zamanlarında kadınların insan hakları önemli ölçüde çiğnenmekte, özellikle etnik temizlik politikaları söz konusu olduğunda kadınlar cinayet, işkence,sistematik tecavüz, gebeliği sürdürme ve kürtaja zorlama ile karşılaşmaktadırlar.
Saldırgan politikaların ve etnik temizliğin engellenmesi ve silahlı çatışmaların çözülmesiyle birlikte küresel, bölgesel ve yerel düzeylerde barışın ve güvenliğin sağlanması,kadın ve kız çocuklarının insan haklarının korunması açısından olduğu kadar, onlara yönelik her türden şiddetin ortadan kaldırılması ve bir savaş silahı olarak kullanılmalarını önlemek açısından da büyük önem taşımaktadır.
Küresel askeri harcamalar dahil, aşırı askeri harcamalar, silah ticareti ye da kaçakçılığı ve silah üretimiyle kullanımı için yapılan yatırımlar, sosyal kalkınma için kullanılabilecek kaynakları azaltmıştır. Borç yükünün ve diğer ekonomik zorlukların sonucu olarak pek çok gelişmekte olan ülke,yapısal uyum politikalarını yürürlüğe koymuştur. Ancak yeterince tasarlanmamış ve uygulanmamış yapısal uyum politikaları sosyal kalkınmaya yarar yerine zarar getirmiştir. Bu nedenle gelişmekte olan pek çok ülkede, özellikle borç yükü en ağır olanlarda yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı büyük oranda artmıştır. Bu bağlamda,kalkınmanın sosyal boyutunun vurgulanması gerekmektedir. Hızlandırılmış ekonomik büyüme, sosyal kalkınma için gerekli olmasına rağmen, tek başına nüfusun hayat standardını geliştirmez. Bazı durumlarda, sosyal eşitsizliği ve marjinalleşmeyi şiddetlendiren koşullar ortaya çıkabilir. Bu yüzden, kalkınmanın büktün yönlerini (büyüme,kadınla erkek arasındaki eşitlik, sosyal adalet, çevrenin korunması, süreklilik, dayanışma, katılım, barış ve insan haklarına saygı ) kapsayan bir yaklaşıma dayanan ekonomik büyümeden toplumun bütün üyelerinin yararlanmasını sağlayacak yeni alternatifler aramak zorunludur.
Bütün dünyadaki demokratikleşme hareketi, pek çok ülkede bir politik süreç başlatmıştır. Ancak kadınların erkeklerle eşit ve tam olarak politikada, henüz başarılamamıştır. Pek çok ülkede kalkınma hedeflerine ulaşılamamamsının nedeni, yaygın ekonomik durgunluk ve bazı bölgelerdeki politik kararsızlıktır. Bu durum, yoksulluğun büyük ölçüde artmasına yol açmıştır. Büyük bir sefalet içinde yaşayan 1 milyardan fazla insanın ezici çoğunluğu kadındır. Bütün sektörlerdeki hızlı değişim ve uyum süreci, aynı zamanda işsizliğin ve istenen şekilde iş bulamamanın artmasına yol açmış, özellikle de kadınları etkilemiştir. Çoğu ülkede yapısal uyum programları, korunmaya muhtaç ve dezavantajlı gruplar ye da kadınlar üzerindeki olumsuz etkilerini asgariye indirecek şekilde düzenlenmediği gibi, ekonomik ve sosyal faaliyetlerde bu grupların marjinalleşmesini önleyerek olumlu bir etkide bulunacak şekilde de düzenlenmemiştir.
Mutlak yoksulluk ve yoksulluğun kadınla özdeşleşmesi, işsizlik, doğal çevrenin artan hassasiyeti, kadınlara yönelik sürekli şiddet ve insanlığın yarısını güç ve idari yetkiden uzak tutmaya yönelik yaygın tavır, kalkınma, barış ve güvenliği ve insan merkezli sürdürülebilir kalkınmayı sağlayacak yollar aramaya devam etme gereğinin altını çizmektedir. İnsanlığın kadın olan yarısının katılımı ve liderliği, bu araştırmanın başarısı için şarttır.
Son zamanlardaki uluslar arası ekonomik gelişmeler, büyük bir çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde yaşayan kadın ve çocukları aşırı ölçüde etkilemiştir. Ağır dış borç yükü altındaki ülkelerde uygulanan yapısal uyum programları ve tedbirleri, uzun vadede yararlı olsa da, sosyal harcamalarda kısıntıya gidilmesine yol açmış, böylece özellikle en az gelişmiş ülkelerde kadınları olumsuz etkilemiştir. Temel sosyal hizmetlerin sorumluluğu hükümetlerden kadınlara kaydırıldığında bu durum daha da şiddetlenmiştir.
Gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok ülkenin yanı sıra,yeniden yapılanmanın sürdüğü ekonomileri geçiş sürecindeki ülkelerde meydana gelen ekonomik durgunluk, özellikle kadınların istihdama katılımını olumsuz yönde etkilemiştir. Genellikle kadınların, uzun vadeli iş güvenliği olmayan veya tehlikeli çalışma koşullarına sahip işleri kabul etmekten, sigortasız eviçi üretimde çalışmaktan veya işsiz kalmaktan başka şansları bulunmamaktadır. Evin gelirini artırmaya çalışan pek çok kadın, emeğinin karşılığını alamadığı ye da gerçek değerini bulamadığı işlerle çalışma hayatına başlar; diğerleri aynı amaçla göç etmeye karar verirler. Diğer sorumluluklarında hiçbir azalma olmadığı için, bu durum kadınların toplam çalışma yükünü artırmaktadır.Yoksulluk hem mutlak hem de göreli anlamda artmış ve pek çok bölgede yoksulluk içinde yaşayan pek çok kentli kadın vardır; ancak kırsal ve uzak alanlarda yaşayan kadınların kötü durumu, bu bölgelerdeki kalkınma durgunluğuna özel bir dikkat gösterilmesini gerektirir. Gelişmekte olan ülkelerde, hatta ulusal göstergeleri gelişmeyi işaret edenlerde bile, kırsal kesim kadınlarının çoğu, ekonomik az gelişmişlik ve sosyal marjinalleşme koşullarında yaşamaya devam etmektedir.
Kadınlar evde, toplumda ve iş yerinde hem ücretli hem de ücretsiz işlerde çalışarak ekonomiye ve yoksullukla mücadeleye katkıda bulunurlar. Kazanç getirici işler sayesinde giderek artan sayıda kadın ekonomik bağımsızlığını kazanmaktadır. Bu da kapitalist sistemin işine yaramaktadır.
Yeryüzündeki bütün ailelerin dörtte birinde ailenin reisi kadındır ve erkeklerin de bulunduğu pek çok başka aile, kadınların geliri ile geçinmektedir. Kadınların geçindirdiği aileler, ücret ayrımı,çalışma hayatındaki mesleki ayrımlar ve diğer cinsiyete dayalı engeller yüzünden genellikle en yoksullar arasında yer alırlar. Ailenin dağılması, ülke dahilinde kentsel ve kırsal alanlar arasındaki nüfus hareketleri, uluslar arası göç,savaş ve ülke içinde yerinden edilme, reisi kadın olan ailelerin artmasına yol açan unsurlardır.
Barış ve güvenliğin sağlanmasının ve başarılı olmasının ekonomik ve sosyal ilerleme için bir ön koşul olduğunu kabul eden kadınlar, önemli bir unsur olarak çeşitli yetenekleriyle barış,devrim için insanlık hareketine giderek artan ölçüde katılıyorlar. Onların karar verme, çatışmaları önleme ve çözme süreçlerine ve diğer bütün barış çabalarına tam katılımı, sürekli barışın gerçekleşmesi için şarttır.
Din, maneviyat ve inanç, milyonlarca kadın ve erkeğin yaşamında, yaşam tarzında ve gelecek için besledikleri umutlarda belirleyici bir rol oynar. Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkı devredilemez ve evrensel olarak kullanılmalıdır.
1975 yılından beri kadın ve erkeklerin statüsü hakkındaki bilgi göreli olarak artmıştır ve bu da kadın-erkek eşitliğinin sağlanması çabasına katkıda bulunmaktadır. Pek çok ülkede, özellikle kadınların eğitiminde önemli ilerlemelerin kaydedildiği ve ücretli işgücüne katılımlarının önemli ölçüde artırıldığı ülkelerde, kadınla erkek arasındaki ilişkilerde önemli değişiklikler görülmüştür. Kadınlar, daha önceden erkeklerin baskın olduğu çalışma alanlarına girmeye başlayınca ve erkekler çocuk bakımı dahil ev içi görevlerde daha büyük sorumluluklar almaya başlayınca, üretime ve üretmeye dayalı çalışma rolleri arasındaki cinsiyet ayrımı sınırları giderek aşılmıştır. Ancak kadınların rollerindeki değişimler, erkeklerin rollerindeki değişimlerden çok daha hızlı ve büyük olmuştur. Pek çok ülkede, kadınlarla erkeklerin başarıları ve faaliyetleri arasındaki fark, sosyal olarak yapılandırılmış cinsiyet rollerinin sonucu olarak değil, değişmez biyolojik farklılıkların sonucu olarak görülmektedir.Bununla beraber, kadın erkek eşitliğine hala ulaşılamamıştır.
Kadınların ailede çok önemli bir yeri vardır. Aile, toplumun temel birimidir ve böyle olduğu için güçlendirilmelidir. Ailenin kapsamlı bir koruma ve destek hakkı vardır. Farklı kültürel, politik ve sosyal sistemlerde, çeşitli aile biçimleri mevcuttur. Aile üyelerinin haklarına, yeteneklerine ve sorumluluklarına saygı gösterilmelidir. Kadınlar ailenin refahına ve toplumun kalkınmasına büyük katkıda bulunmaktadırlar. Ancak, bu gerçek hala kabul edilmemiş ye da gereken önem verilerek ele alınmamıştır. Doğumun, anneliğin, ebeveynlerin ailedeki ve çocuk büyütmedeki rolünün sosyal önemi herkesçe kabul edilmelidir. Çocuk büyütmek ebeveynlerin, kadın ve erkeğin ve toplumun bir bütün olarak sorumlulukları paylaşmasını gerektirir. Gebelik, annelik, ebeveynlik ve kadının doğurgan olma özelliği ne ayrımcılığa temel teşkil etmeli ne de kadınların topluma tam katılımlarını sınırlamalıdır. Pek çok kadın, cinsiyetine ek olarak çeşitli değişik faktörler yüzünden belirgin engellerle karşılaşmaktadır. Bu değişik faktörler, kadınların sıklıkla tecrit etmekte ya da marjinalleştirmektedir. Böylelikle insan haklarından yoksun bırakılırlar, eğitime, mesleki eğitime, ücretli bir işe, barınacak bir yere ve ekonomik açıdan kendine yeterlik durumuna ulaşamazlar veya ulaşmaları engellenir ve karar alma sürecinin dışında tutulurlar. Bu tip kadınlar, hakim görüşün bir parçası olarak kendi toplumlarına katkıda bulunma fırsatından yoksun bırakılırlar. Aynı zamanda, kimlikleri, kültürel gelenekleri ve sosyal düzenleme biçimleriyle içinde yaşadıkları toplulukları zenginleştiren ve güçlendiren yerli kadınların farklı çıkar ve endişelerinin giderek daha çok tanınmasına tanık olur. Yerli kadınlar, hem kadın hem de yerli toplulukların üyeleri olarak pek çok engelle karşılaşmaktadırlar.
Yoksulluk ve çevresel bozulma birbiriyle yakından ilintilidir. Yoksulluk, çevre üzerinde belirli baskılara yol açarken küresel çevrenin sürekli bozulmasının başlıca nedeni, özellikle sanayileşmiş,kapitalistleşmiş ülkelerdeki sürdürülemez üretim ve tüketim biçimleridir ki bunlar yoksulluğu ve dengesizlikleri artırdıkları için bir an önce çözülmesi gereken sorunlardır.
Bu kitlesel nüfus hareketleri aile yapılarını ve refahın önemli ölçüde etkilemiş, çoğu durumda kadınların cinsel yönden sömürülmesi dahil, kadınlar ve erkekler için eşit olmayan sonuçlara yol açmıştır. 1975 yılından beri, kadınların statüsüne ve içinde yaşadıkları koşullara ilişkin önemli bilgiler elde edilmiştir. Hayatlarının tüm safhaları boyunca kadınların gündelik yaşamları ve uzun vadedeki istekleri, ayrıncı tutumlar, adil olmayan sosyal ve ekonomik yapılar ve çoğu ülkede kadınların tam ve eşit katılımını önleyen kaynak yokluğu tarafından sınırlanmaktadır. Çoğu ülkedeki doğum öncesi cinsiyet seçimi uygulaması, çok küçük kızlar arasındaki yüksek ölüm hızı ve erkek çocuklarla kıyaslandığında kız çocukların okula kayıt oranının düşük olması, erkek çocuk tercihinin, kız çocukların gıdaya, eğitime, sağlık hizmetlerine ve hatta yaşamın kendisine ulaşmalarını engellediğini akla getirmektedir. Bugünün kız çocuğu yarının kadınıdır. Kız çocuğunun yetenekleri, fikirleri ve enerjisi, eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerine tam olarak erişme açısından çok önemlidir. Kız çocuğunun tüm potansiyelini geliştirmek için onu, hayatta kalma,koruma ve gelişme için gerek duyacağı ruhsal,zihinsel ve maddi gereksinimlerinin karşılanacağı ve eşit haklarının korunacağı elverişli bir ortamda büyütmek gerekmektedir. Kadınlar erkeklerle hayatın ve kalkınmanın bütün alanlarında eşit ortaklar olacaklarsa, şimdiden kız çocuğunun insan şerefini ve değerini kabul etmenin ve evrensel olarak onaylanması için biz devrimcilere büyük görev düşmektedir. Hala bütün dünyada, kız çocuğa karşı ayrım ve şiddetin hayatın erken dönemlerinde başladığını ve hayatları boyunca azalma olmadan sürdüğünü gösteren deliller vardır. Çoğu kez beslenme, fiziksel ve zihinsel sağlık hizmetleri ve eğitime ulaşma olanakları daha kısıtlıdır ve erkek çocuklara kıyasla çocukluğun ve ergenlik çağının haklarını, fırsat ve avantajlarını daha az kullanırlar. Sık sık cinsel ve ekonomik istismarın çeşitli biçimlerine, pedofiliye, fahişeliğe zorlanmaya ve muhtemelen organ ve dokuların satılmasına, şiddete ve kız bebeklerin öldürülmesi ve doğum öncesi cinsiyet seçimi gibi zarar verme uygulamasına ve çocuk evlilikleri dahil, erken yaşta evlenmeye maruz kalmaktadırlar.Dünya nüfusunun yarısı 25 yaşın altındadır ve dünya gençliğinin büyük bir kısmı -%85’ten fazlası gelişmekte olan kapitalist sistemin sömürgesi içinde olan ülkelerde yaşamaktadır. Bu demografik unsurların sonuçlarını göz önüne alarak bu görev biz devrimcilere düşmektedir. Genç kadınların sosyal, kültürel,politik ve ekonomik liderliğin bütün düzeylerine aktif ve etkin katılımları için gereken yaşam becerilerine sahip olmalarını sağlayacak önlemler alınmalıdır. Kadın-erkek eşitliği ilkesi, böylece sosyalleşme sürecinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Stratejik hedefler, ilgilenilmesi gereken kritik alanlardan belirlenmiştir ve bu hedeflere ulaşmak için yapılması gereken belirli eylemler eşitlik, kalkınma,barışın ve devrimci mücadelenin yani kadının ilerlemesine yönelik stratejileri’nin amaçlarının, sınırlarıyla kesişmekte ve bu kavramların birbirine bağlılığını yansıtmaktadır. Hedefler ve eylemler birbiriyle ilişkilidir, öncelikleri vardır ve karşılıklı olarak birbirlerini teşvik ederler. Devrimci Eylem Platformu; Bir takım benzer engellerle karşılaşan istisnasız büktün kadınların durumunu geliştirmeyi amaçlamaktadır.
1. Yoksulluk içindeki kadınların ihtiyaçlarına ve çabalarına cevap veren makroekonomik politikaları ve kalkınma stratejilerini gözden geçirmek,benimsemek ve uygulamak,
2. Yasaları ve idari uygulamaları, kadınların eşit haklarını ve ekonomik kaynaklara ulaşmasını güvence altına alacak şekilde yeniden düzenlemek,
3. Tasarrufa, kredi mekanizmalarına ve kurumlarına ulaşmalarını sağlayarak kadınları desteklemek,
4. Cinsiyete dayalı metodolojiler geliştirmek ve yoksulluğun kadınla özdeşleşmesini ele alacak araştırmalar yapmak.
5. Eğitime eşit ulaşılabilirlik sağlamak,
6. kadınlar arasındaki okumaz-yazmazlığı ortadan kaldırmak,
7. Kadının mesleki eğitime, bilim ve teknolojiye ulaşabilirliğini ve eğitimi sürdürmesini geliştirmek,
8. Ayrımcı olmayan eğitim ve öğrenimi geliştirmek,
9. Eğitime yönelik reformların uygulanmasını izlemek ve bunlar için yeterli kaynak tahsis etmek,
10. Kız çocuklar ve kadınlar için hayat boyu eğitim ve öğrenim sağlamak.
11. Kadının, hayatının bütün dönemlerinde, uygun maliyetli ve kaliteli sağlık bakımına, bilgiye ve ilgili hizmetlere ulaşabilirliğini artırmak,
12. Kadın sağlığını geliştiren önleyici programları güçlendirmek,
13. Cinsel yolla geçen hastalıkları, HIV/AIDS’i, cinsel sağlık ve üreme sağlığı konularını ele alan, toplumsal cinsiyete duyarlı girişimleri üstlenmek.
14. Kadın sağlığına ilişkin araştırmaları yaygınlaştırmak ve bilgileri yaymak.
15. Kadın sağlığına ilişkin kaynakları ve izleme çalışmalarını artırmak.
16. Kadına yönelik şiddeti önlemek ve ortadan kaldırmak için bütünsel önlemler almak.
17. Kadına yönelik şiddetin nedenleriyle sonuçlarını ve engelleyici önlemlerin etkinliğini incelemek,
18. Kadın ticaretini önlemek ve fahişelikle kadın ticaretine bağlı olarak şiddete maruz kalanlara yardımcı olmak.
19. Kadınların çatışmaların çözülmesine karar alma düzeylerinde katılmalarını artırmak ve silahlı veya diğer türden çatışmalar ile yabancı işgali altında yaşayan kadınları korumak.
20. Aşırı askeri harcamaları azaltmak ve silahlanmayı kontrol etmek.
21. Çatışmaların çözümünde şiddete dayalı olmayan yöntemleri yaygınlaştırmak ve çatışma durumlarında insan hakları ihlallerinin oluş sıklığını azaltmak.
22. Barış kültürünü yayma çabalarında kadınların katkısını artırmak.
23. Mülteci kadınlara, uluslar arası korumaya ihtiyaç duyan diğer yerinden edilmiş kadınlara ve ülke içinde yerinden edilmiş kadınlara koruma,yardım ve eğitim sağlamak.
24. Sömürgelerde ve özerk olmayan bölgelerde yaşayan kadınlara yardım sağlamak.
25. İstihdama, uygun çalışma koşullarına ve ekonomik kaynakların kontrolüne ulaşabilirlik dahil, kadınların ekonomik haklarını ve bağımsızlığını yaygınlaştırmak
26. Kadınların, kaynaklara, istihdama piyasalara ve ticarete eşit şekilde ulaşmasını kolaylaştırmak.
27. Özellikle düşük gelirli kadınların iş bulabilmelerine yönelik hizmetlere, mesleki eğitim ve iş piyasalarına, bilgiye ve teknolojiye ulaşmalarını sağlamak.
28. Kadının ekonomik kapasitesini ve ticari ağları güçlendirmek.
29. Mesleki ayrımı ve istihdama ilişkin her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak.
30. Kadınlar ve erkekler için çalışma ve aile sorumluluklarının uyumlu olmasını yaygınlaştırmak.
31. Kadınların yetkili ve güçlü mevkilere ve karar alma süreçlerine eşit ulaşmalarını ve tam katılmalarını sağlayacak önlemler almak.
32. Kadınların karar alma ve liderlik pozisyonlarına katılma kapasitelerini artırmak.
33. Ulusal mekanizmalar kurmak, hükümet organları oluşturmak veya güçlendirmek.
34. Cinsiyete dayalı bakış açısını yasalar, kamu politikaları, programları ve projeleriyle bütünleştirmek.
35. Planlama ve değerlendirme için toplumsal cinsiyete göre toplanmış yeri ve bilgi oluşturmak ve yaymak.
36. Bütün insan hakları belgelerini özellikle de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni bütünüyle uygulayarak kadının insan haklarını yaygınlaştırmak ve korumak.
37. Yasalarda ve uygulamalarda eşitliği ve ayrımcılık yapılmamasını sağlamak.
38. Medya ve yeni iletişim teknolojileri içinde kadınların karar alma ve kendilerini ifade etme konumlarına katılımını ve ulaşabilirliğini artırmak.
39. Medyada kadınların dengeli ve klişeleşmiş olmayan görüntülerini yaygınlaştırmak.
40. Çevreye ilişkin bütün karar alma düzeylerine kadınları etkin olarak dahil etmek.
41. Toplumsal cinsiyete ilişkin konuları ve bakış açılarını, sürdürülebilir kalkınma politikaları ve programlarıyla bütünleştirmek.
42. Kalkınma ve çevreye ilişkin politikaların kadınlar üzerindeki etkisini değerlendirmek için ulusal,bölgesel ve uluslar arası düzeylerde mekanizmalar kurmak veya güçlendirmek.
43. Kız çocuğa yönelik her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak.
44. Kız çocuklarına yönelik olumsuz kültürel tutum ve uygulamaları ortadan kaldırmak.
45. Kız çocuğun haklarını korumak ve yaygınlaştırmak ve onun ihtiyaçlarıyla potansiyeline ilişkin bilinci artırmak.
46. Eğitimde, beceri geliştirmede ve öğrenimde kızlara yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmak.
47. Sağlık ve beslenmede kız çocuklarına yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmak.
48. Çocuk işçilerin ekonomik istismarını ortadan kaldırmak ve çalışan genç kızları korumak.
49. Kız çocuğa yönelik şiddeti yok etmek.
50. Kız çocuğun sosyal, ekonomik ve politik yaşama ilişkin bilincini ve katılımını artırmak.
51. Kız çocuğunun statüsünü geliştirmede ailenin rolünü güçlendirmek.
KARADENİZ’DE KADIN OLMAK
Yaylalardan acı ve parlak yeşil, kara-gri ve dalgalarla köpük köpük denize akıyor. Denize paralel yığılmış dağların arasından kendine dar yollar açmış sular sık- sık yolları kesiyor. Karadeniz'in çalışkan kadınları; keskin toplumsal çelişkilerden kaynaklanan hoyrat bir iklimin yıprattığı kadınlar… Zordur Karadeniz’de kadın olmak…
Her işin zorlukları vardır mutlaka ama karadenizde kadın olmak kadar zor bir durum yoktur. Karadeniz kadını hem erkek gibi yetişir, hem de örf ve adetlerini fazlasıyla korur. Namusuna düşkündür, arlıdır ve başarılıdır.
Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözü bizden gelir herhalde. İçine o kadar kapalı değildir, fikirlere açıktır ve özgüvenleri vardır. Bu 7 ‘den 70’ e böyledir. Çocuk büyüdükçe özellikle kadınlara evin, ailenin bütün yükü, sorumluluğu verilir. Hem bahçe işi, hem tarla işi, hem tarlada çay toplama işi... Çayelili tanıdığım ve sevdiğim büyüklerimin anlattığına göre eskiden daha zormuş çay toplamak, özellikle taşımak işin en zor kısmıymış kendileri taşıdıkları için ama şimdi teleferikler var. Her alanda olduğu gibi makineler kolaylaştırıyor hayatımızı ama eski tadı olmuyor galiba. O kadar işin içinde eğleneceye vakit hemen yaratmaları ileri zekaları sayesinde. Çay toplamanın en büyük zevklerinden biri de atma türkü:
atma turki atarum
yureguni yakarum
eski çaruklarumi
boğazuna takarum,
dağlarun arasuna görüniyi araklı
bu sene çay işine meraklıyım
çay toplarım ac kaldı
kiyina mezar kaldi
sabret sevduğum sabret
kavuşucaz az kaldi
gibi değişik şekilerde atma türküyle eğlenirlermiş. İnek besleyerek ahır işini yapar, inek sağar, sütten peynir, yağ yaparak ev ekonomisine katkıda bulunurlar. Misafir ağırlama, yemek yapma ve bütün ev işleri kadının üstündedir. Kardeşleri ya da büyüğü ile ( babaanne, dede vb ) yaşadığından onlara bakma, onları idare etmek de kadınlara aittir. Evin bir eksiği olduğunda bir erkeğin yapacağı - örn lamba takmak, musluk tamiri, odun kesme vb- birçok işi yapabilecek gibi büyütülür, yetiştirilir. Hem elinde hamur yoğurmayı, hem de haksızlıklarla karşılaştığında silah kullanmayı bilir. Özgür yaşar, tok büyür ve ailesine, erine sahip çıkar, laf getirtmez. Gösterdikleri hayat mücadelesinde hep galip gelmiştir, medeni cesaretleri hep ön planda olmuştur. Ne istediklerini bilirler, onurlu ve gururludurlar. Günümüzde iki kardeş bile anlaşamazken karadeniz kadını aynı çatı altında 3 kuşak yaşamıştır. Gelin-kaynana, hatta kaynananın da kaynanasının aynı evde hayatlarını sürdürmeleri otoritenin sağlamlığını göstermektedir.
Bölgemizde en büyük sorumlulukları kadınlar üstlenmiştir. Sosyal ve ekonomik düzeni sağlayan en büyük etkendir karadeniz kadını. Öyle emin, öyle gururludur ki; hayalleri de büyük olur. İnanır yapacaklarına, azmeder ve yapar. Kaderini kendi belirler. Küçük kasabalarda geniş düşünceler fazla bulamazsınız ama her şeye rağmen geniş düşünür Karadeniz kadını.
En büyük zorlukları ailenin hem erkeği hem kadını olmaktır. Kimilerinin eşleri, erkek kardeşleri, ağabeyleri yani genç ve bilekleri güçlü insanlar her gün sabahtan akşama kadar kahvehanelerde
“at üçü ver beşi”, “benden delikanlıya çay ver”, “Galatasaray -Fener maçı”, “Rize Trabzon’u nasıl yendi” maç muhabbetleri, tavla okey, kahve sporlarının yanısıra, açılan sınır kapısının da bol sohbetleri yer alır. Düşünecekleri veya yapacakları birçok iş ve güzellikler varken hayat mücadelelerini böyle geçirirler. Karadeniz’e Rusya’dan yapılabilecek ihracatları konuşsalar şimdi durum çok farklı olabilirdi. Bir araya gelip, sahip oldukları bilgileri, birikimleri, deneyimleri geliştirmek istedikleri alanları belirleseler hedeflerinin çok daha büyük olduğunun farkında olurlar.
Sevgi Şahin
KARADENİZ KADINLARI...!
fedakar olan Karadeniz kadını,
eşinin üzerinde bulunduğu atının yularını dahi
çekecek kadar da ezilendir.Oldukça cefakar ve fedakar olan Karadeniz kadını, eşinin üzerinde bulunduğu atının yularını dahi çekecek kadar da ezilendir.
İşte Görelenin Aydınlar Beldesinde yaşayan Havva Kılıçarslanda bunlardan bir tanesi.
Görelenin Aydınlar Beldesinde eşi Mustafa Kılıçarslanın
bindiği atın yularını çeken Hava Kılıçarslanda Karadenizin diğer kadınlarından birisi. Eşinin bindiği atın yularını tumanın büyük bir saygı olduğunu söyleyen Havva Kılıçarslan, Karadeniz kadınının en büyük özelliği eşine sadık ve saygılı olmasıdır.Bu saygı ve sevgi aynı zamanda fedakar olmayı dahi gerektirir. Bir erkeğin bindiği atın yularını çekmek Karadeniz Kadını için büyük bir gurur olurken, kadının bindiği atın yularını erkeğin çekmesi ise bir o kadar garip karşılanır.şeklinde konuştu
KARADENİZ
kadınını kime sorarsanız sorun alacağınız yanıt şu: Karadeniz kadını erkek gibidir... Karadenizin güç doğa koşulları, Karadeniz kadınını da şekillendirmiş. Sırtına aldığı sepetle çay ve fındık taşıyan, odun kesen, tarlada çalışan, çocuklarına, evine bakan, kısacası her türlü yükü sırtlayan Karadeniz kadını, tüm bu yaşam koşulları nedeniyle daha mücadeleci, çalışkan ve tuttuğunu koparan özelliklere sahip olmuş... Tüm bu özellikler, İstanbulda yaşayan kadınlarda da aynen muhafaza edilmiş... İTÜnün ilk kadın rektörü, Trabzonlu Gülsün Sağlamer, Karadeniz kadınının başarısını taçlandıran örnek bir kadın...
Kadın tarlada erkek kahvede
Karadeniz'de erkekler günü kahvelerde geçirirken kadınlar hem evde ,hem de tarlada çile dolduruyor
Erkeğin kahvehanede oturduğu, kadının tarlada çalıştığı Karadeniz bölgesinde, 'Sırtındaki sepetun hamali ben olayım' lafı boşta kalıyor. Çünkü erkekler, tarlada ve evde dur durak bilmeden çalışan kadının yükünü paylaşmak yerine, kahvehane köşelerinde oturmayı tercih ediyor.
Evde de yoruluyor
İşsizliğin had safhada olduğu bölgede erkeklerin büyük bölümü gününü kahvehanelerde geçirirken, kadınları hem evde hem tarlada çalışıyor. Saatlerce tarlada, bağ, bahçede çapa sallayan kadınlar, akşam eve döndüğünde de çile doldurmaya devam ediyor. Tarladan dönen kadın, bu kez de ev işleriyle boğuşuyor. Yemek yapıp, çamaşır yıkayan, çocuklara bakan Karadeniz kadını, sabahın ilk ışıklarıyla yeniden tarlanın yolunu tutuyor. Erkekler de her günkü mesailerini doldurmak üzere kahvehanedeki köşelerine kuruluyor!
Karadeniz Bölgesi'nde tarla, bağ, bahçe işlerinde ağır şartlarda çalışan kadınlar, ailede kadınlar çalışırken boş gezen, kahvehaneye giden erkeklere para ve hapis cezası verilmesini istedi.
Son yıllarda kadınlar ve kız çocukları açısından insan haklarının korunması ve geliştirilmesine ilişkin temel yasaların kabulüyle kadın-erkek eşitliği alanında önemli mesafe kat edilirken; özellikle kırsal kesimlerde kadınlar erkeklerin yapması gereken işleri yapmaya mecbur bırakılmış durumda. Kırsal kesimlerde çalışma hayatına katılma oranı şehirlere göre daha yüksek seviyede olan kadınlar, odun kesip, yörede 'hey' olarak tabir edilen sepetlerle sırtlarında odun taşıyor.
Karadeniz kadınının ağır işlerde çalıştırılarak ezilen, hor görülen imajını ortadan kaldırmak için Trabzon Valiliği'nin başlattığı çalışmada, uyarılara rağmen kadınları ağır işlerde çalıştıranlara para cezası verilmesi öngörülürken; kadınlar, hapis cezası da verilmesini istedi. "Kahvehaneye giden, karısı veya ailedeki kadınlar çalışırken kendi boş gezen erkeklere ceza verilsin mi? Verilirse ne cezası verilsin?" soruları karşısında ilk başta çekimser davranarak eşlerini savunan kadınlar, Karadeniz kadınının çileli yaşantısını sitem ve serzeniş içeren cümleleriyle dile getirdi. "Kadın çalışıyor, erkekler niye çalışmasın?" diyen kadınlardan bazıları, erkeklere verilecek ceza konusunda "İş yaptırılarak ceza verilsin" dedi. Kimisi de, "Erkekler geziyor, kadın çalışıyor, odun getiriyor, tarlaya gidiyor. Kadınların işi çok. Verilecek ceza para cezası da olur hapis cezası da" diye konuştu.
Kadınları ağır işlerde çalıştırmadıklarını söyleyen erkekler ise aksini yapan hemcinsleri için verilecek cezanın para cezası olabileceğini belirtirken, erkeklerin kış mevsiminde işlerden iyice elini çekip kahvehanelere gittiğini de itiraf etti.
CALISAN KADINLAR
Kadınların en yoğun çalıştıkları meslek alanları tekstil, öğretmenlik ve tıpla ilgili alanlar olarak sıralanıyor. Ayrıca kadınları artık bankacılık, borsa, gıda, madencilik, otomotiv, tarım, tekstil, medya, turizm, enerji, ulaşım, sigorta, inşaat, bilişim, ilaç, reklam, danışmanlık, üniversite, hukuk, basın gibi hayatın pek çok alanında görmek mümkün.
Türk-İş Kadın İşçiler Bürosu Uzmanı Şule Özkuzukıran’ın “Türk kadınının iş yaşamındaki yeri” konulu araştırmasına göre, günümüzde Türk kadınının üçte biri iş yaşamında yer alıyor. Sektörlere göre tekstil, öğretmenlik, tıp ile ilgili meslekler kadınların çoğunlukta olduğu ya da kadın erkek sayısının birbirine yaklaştığı alanlar olarak göze çarpıyor. Çalışan kadınlar, uzmanlık gerektirmeyen mesleklerde yoğunlaşırken, işgücü piyasasındaki kadınlar, genelde kısmi çalışma, geçici çalışma ve evde çalışma gibi atipik ve kayıtdışı istihdam biçimlerinde ağırlıklı olarak yer alıyor.
Bu tür emek-yoğun işlerin başında dokumacılık, konfeksiyon ve evde yapılan parça başı işler geliyor. Kadınlar kentlerde düşük, kırsal alanda oldukça yüksek oranlarda çalışıyor. Kırsal alanda “ücretsiz aile işçisi” olarak çalışan genç kız ve kadınların oranı yüzde 62.6 düzeylerinde bulunuyor.
Hizmet sektöründe kadın işgücü oranı yüzde 57.5 ile en önde yer alıyor. Kadınlar, ilmi ve teknik elemanlık alanında çalışanların yüzde 24’ünü, üst kademe yöneticisi olarak çalışanların yüzde 1’ini, idari personel olarak çalışanların yüzde 23’ünü, ticaret ve satış personeli olarak çalışanların yüzde 4’ünü, hizmet işçisi olarak çalışanların yüzde 13’ünü, tarım sektöründe çalışanların yüzde 9’unu oluşturuyor. Tarım dışı üretim işçisi olarak çalışanların arasında kadınların oranı ise yüzde 25 düzeyinde bulunuyor.
Araştırmaya göre, dünya genelinde ve Türkiye’de aynı iş için erkeklerden yüzde 25 daha az ücret alan kadınlar, çocuk bakımı ve ev işleri içinse erkeklere oranla beş kat daha fazla vakit harcıyor. Kadınların, okuma yazma bilen nüfus içindeki payı yüzde 44.2 olarak gerçekleşirken, üniversite mezunu kadınların nüfusa oranı yüzde 3.2’de kalıyor.
EVLiLiK VE ÇOCUK SAHiBi OLMAK iS HAYATINI ETKiLiYOR
Türkiye’de çalışan kadına yönelik korumacı kanunlar, doğum ve doğum sonrası izin, süt emzirme izni ve kreş ve yuva sağlanabilirliğiyle sınırlı bulunuyor. Evlilik ve çocuk sahibi olma, kadınların çalışma yaşamında belirleyici rol oynuyor. Çocuk sayısındaki artışa rağmen kadının çalışmak zorunda olması, annenin fiziksel ve ruhsal olarak yıpranmasına, iş veriminin düşmesine ve iş kazalarına yol açabiliyor. Evlilik ve doğum, kadın işçilerin işten ayrılma nedenlerinin yüzde 70‘ini, işverenin işten çıkarma nedenlerinin de yüzde 20‘sini oluşturuyor.
Özkuzukıran tarafından yapılan araştırmada, kadınların üçte biri iktisaden faal iken, bu kesimin de üçte biri gelir getirici bir işte çalışıyor. Ücretli çalışan 1.5 milyon kadın içinde, SSK’lı kadın sayısı 400 binin üzerine çıkarken, memur olarak 500 bine yakın kadın çalışıyor. Kentlerde kadının ücretli olarak istihdamında eğitim durumunun yükselmesi, doğurganlık oranının azalması, sosyal değerlerdeki değişme gibi nedenlerle artış gözlenmesine karşın, kadınlar ücret karşılığı çalışanlar içinde yüzde 18‘lik pay alıyor.
Kadınlarda iş yaşamında bulunma genç yaşlarda daha ağırlıklı olarak görülüyor. Kadınlar en çok 20-24 yaşlarında işgücüne katılırken, evlenme ve çocuk doğurma yaş dilimini temsil eden 25-39 yaş grubunda çalışan kadınların oranı yüzde 35‘e düşüyor. Erkeklerde aynı yaş diliminde oranlar yüzde 84’lerden, yüzde 98’e yükseliyor.
Kadınların iş hayatında yaşadıkları zorlukların başında kendilerini ispat edebilmek için erkeklere göre daha fazla çalışmak ve özveride bulunmak zorunda olmaları geliyor. Bunun yanı sıra bazı kadınlar, kadın olmaları nedeniyle iş hayatında bazı kolaylıklar da yaşamıyor değil. Apple/Bilkom Genel Müdürü Tijen Mergen, kadınların iş dünyasındaki ağırlıklarında son 10 yılda ciddi bir artış olduğuna dikkat çekerek, kendi sektöründe kadın oranının yüzde 40’ın üzerinde olduğunu ve bu rakamın her geçen yıl arttığına işaret etti. Kadın olması nedeniyle iş hayatında çok temel zorluklar yaşamadığını ifade eden Mergen, “Mücadele ettim ve sonunda kazançlı çıktım” diyor.
Mergen, şunları söyledi: “Aynı mevkiye gelebilmek için bir erkekten daha çok çalışmanız, kendinizi ispat etmeniz gerekiyor. Diyebilirim ki eğer çok mücadeleci değilseniz erkek aday kadın adayın yerini alacaktır. Bu Avrupa ülkelerinde daha da bariz ortaya çıkıyor. Özellikle NCR’de Avrupa organizasyonunda çalıştığım 4 sene boyunca hep kadın olmanın bir dezavantaj olmadığını ispat etmeye çalıştım. Türkiye’de gördüğüm kabul, Avrupa ülkelerinden daha yüksek.” Çoğu zaman olmasa bile, kadın olmanın bazen iş hayatında kolaylıklar sağladığını düşünen Mergen, “Daha kolay iletişim kurabiliyorsunuz. Ama iletişim kurmak demek, işleri çözmek demek değil. Sizi önce çok ciddiye almayabiliyorlar. Hele çok gençseniz veya genç gösteriyorsanız... Kendinizi ispat etme sürecinden geçiyorsunuz. Ancak ondan sonra başarı geliyor” şeklinde kunuştu.
VERGİ REKORTMENİ KADINLAR
İstanbul’da 1999 yılında en çok gelir vergisi ödeyen ilk 100 mükellef arasında çok sayıda kadın bulunuyor. Vergi rekortmenlerinin ilk 10 sıralamasında 5, ilk 100 sıralamasında 26 kadın yer alıyor. Bu da, İstanbul’da en çok vergi ödeyen her 4 kişiden birinin kadın olduğunu gösteriyor. Listede 4. sırada Suzan Sabancı Dinçer, 5. sırada Çiğdem Bilen Sabancı, 7. sırada Semahat Sevim Arsel, 9. sırada Sevil Sabancı ve 10. sırada Dilek Sabancı bulunuyor.
Sevgi Gönül, Emine Kamışlı, Demet Çetindoğan, Suna Kıraç, Sevda Sabancı, Türkan Özsezen, Zerrin Sabancı, Türkan Dereli, Mukaddes Atay, Güner Yüceer, Işıl Doğan, Serra Sabancı, Türkan Sabancı, Belkız Sabancı, Ayşe Aslı Atay, Hülya Avşar, Gülay Tan, Güler Sabancı, Filiz Şahenk, bir süre önce vefat eden Matild Manukyan ve isminin açıklanmasını istemeyen bir kadın da diğer vergi rekortmenlerini teşkil etti.
Sanatçılar listesinde de ilk 3 arasında 2 kadın yer alıyor. Bunlar Hülya Avşar ve Sibel Can. Yine bu listede ilk 100 sıralamasında, yaklaşık 35 kadın bulunuyor. Bu da kadınların sanat dünyasındaki ağırlıklarının iş dünyasına göre, daha fazla olduğunu gösteriyor.
8 Mart Niçin Emekçi Kadınlar Günüdür?
Bu yazıda, 8 Mart'ı niçin emekçi kadınların mücadele günü olarak ele aldığımızı ayrıntılı bir şekilde irdelemeye çalışacağız.
Ama ilk önce, tüm dünyada ezilen, sömürülen kadınlarımıza ithaf edilen 8 Martımızda, bizleri derinden etkileyen ve isyan ettiren iki olayı, Ceylanpınar'da boğularak ölen tarım işçisi kadınlarımızın ve 2005 yılının Aralık ayında Bursa'da tekstil fabrikasında gece vardiyasında çıkan yangında ölen kadınlarımızın başına gelenleri hatırlayalım/hatırlatalım.
Bu katliamları, bu kıyımları protesto ediyoruz. Bunların olmaması için her adımı atacağımızı bir kez daha belirtiyoruz!
Ölen, yanan kadınlarımıza içimiz yanarken, hakları için örgütlenen, greve çıkan, kadın/erkek tüm emekçilere dersler öğreten Novamed işçisi kadınlarımızın da yüreklerimizi kabarttığını, bizlere güven kazandırdığını yaşayarak görüyoruz. Novamed'deki kadın işçilerin direnişini selamlıyor ve baskılara son verilene kadar bu grevlerini destekliyoruz!
Bizi derinden etkileyen bu olayları aktarırken, kadın emeğinin istismarının gün geçtikçe artmakta olduğunu da belirtelim. Çünkü, bu dönem neo-liberal bir yönelim izleyen kapitalizmin, emek sömürüsünü olabildiğince arttırdığı bir dönem. Esnekleşme, enformelleşme (kayıtdışılaşma), sendikasızlaştırma, özelleştirme yoluyla işçi sınıfının kazanımları bir bir geriye gidiyor. Kadın emeği ise -buna çocuk emeğini de eklemek gerekir- özellikle giderek sigortasız, güvencesiz, sendikasız çalışma koşullarına bağlı olarak daha fazla istismara uğruyor. Dolayısıyla, bugün işçi ve emekçi kadınların uğradığı haksızlıkları ortaya çıkarmak çok daha büyük bir önem taşıyor. İşçi ve emekçi kadınların mücadelesini örgütlemek için buna uygun bir mücadele hattı yaratmak gerekiyor.
8 Mart'ın anlamı
Buradan yola çıkarak, şimdi 8 Mart'ı niçin emekçi kadınların mücadele günü olarak kutladığımızı ele alalım.
8 Mart kutlamalarının ilk ortaya çıkışının doğrudan işçi kadınlarla ilişkili olduğunu tarihsel bir gerçek olarak belirtelim. Bu amaçla önce, tarihsel olarak ortaya çıkışında ve gelişiminde 8 Mart'a nasıl bir içerik yüklendiğini açıklığa kavuşturalım. Ardından, günümüzde de 8 Mart'ı niçin "emekçi kadınların" günü olarak gördüğümüzü ele alalım. Son olarak da, konuya bugün ana damar feminist akımlarla sosyalist akımlar arasında teorik tartışmanın temelini oluşturan ayrım bağlamında gözden geçirelim.
Kadın Hakları Savunuculuğu'nun Reddedilmesi
Kadın hareketi veya kadınların kurtuluş mücadelesi, toplumsal mücadelelerden, dolayısıyla sınıf mücadelesinden bağımsız değildir. Modern anlamda kadın-erkek eşitlik arayışının kökenleri ise tam da sınıf mücadelesinin kökenlerinde yatıyor. Bu günün "emekçi kadınlar günü" değil de, "kadınlar günü" olduğunu iddia etmek, 8 Mart'a ilk olarak önerildiğinde yüklenen anlamı görmezlikten gelmektir. Bu gün, daha en başından bu yana işçi kadınların yürüttüğü mücadeleyle doğmuş ve daha sonraki tarihlerde de hep işçi kadınlara ithaf edilmiştir.
Kapitalist üretim biçiminin ortaya çıkışıyla beraber, işçi sınıfı ağır sömürü koşullarına karşı, sermaye sınıfına karşı mücadele yürütmüştür. İşçi sınıfı içerisinde kadın işgücü, sermaye sınıfı için "en ucuz" ve "uysal" bir işgücü olarak sömürülmesi kolay sayılmıştır. Böylelikle, proleter kadın iktisadi yaşam mekanizmasının içine çekilmiştir. Aynı zamanda, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi içinde proleter kadınlar -kendilerine özgü taleplerle- yer almışlardır.
1889 yılında Paris'te Kuruluş Kongresi'ni yapan II. Enternasyonal'e (Enternasyonal, Uluslararası İşçiler Birliği anlamına geliyor) katılan kadın delegelerinin kadın sorununa yaklaşımına baktığımızda, bariz bir şekilde proleter kadınların sorunlarıyla uğraştıklarını görürüz: Örneğin bu Kuruluş Kongresi'nde, yani daha 1889 yılında, Klara Zetkin aynı zamanda "Alman Kadın İşçiler Birliği"nin temsilcisi sıfatıyla yer alıyordu. Zetkin, bu kongreye "Kadının Kurtuluşu İçin!" başlığını taşıyan bir rapor sundu.
Klara Zetkin'in, "Almanya'da Proleter Kadın Hareketi'nin Tarihine İlişkin" başlıklı yazısında değindiği bu rapor sonucunda, Kongre: "…kadınların çalışmasının yasaklanmasına karşı cephe aldı, kadın hakları savunuculuğunu reddetti ve proleter kadınların işçi sınıfının mücadele saflarına katılmasını talep etti". (s. 112).
Evet, gerçekten, daha II. Enternasyonal'in ilk aşamalarında proleter kadın hareketi ile burjuva kadın hakları savunuculuğu arasındaki ayrım net biçimde ortaya koyuluyordu. Çünkü Zetkin'e göre, "proleter kadının kurtuluş mücadelesi, burjuva kadının kendi sınıfının erkeklerine karşı mücadelesi gibi bir mücadele olamaz"dı. Çünkü, az sayıdaki burjuva kadını, "mülkü sayesinde bireyselliğini özgürce geliştirebilir, kendi özlemlerine uygun şekilde yaşayabilir"di (s. 133-134). Burjuva kadının sorunu, ancak kocasına karşı mülkiyeti üzerinde bağımsız, özgür tasarruf talebini yükseltmekti. Ama proleter kadının patronların boyunduruğundan kurtulma mücadelesine burjuva kadınlar sırtını dönüyordu. Yine Klara Zetkin'in bu konudaki sözlerine göz atalım:
"Kadın hakları savunucuları, kadınların ezici çoğunluğunun sınıf köleliğine karşı mücadelesini -o cinsiyet köleliğini yaratmasına ve keskinleştirmesine rağmen- boşluyorlar. Bundan da öte onlar, sınıfa karşı sınıf, ayaklar altında tepelenenlerin efendilerine ve kendilerine azap çektirenlere karşı yürütülmesi gerekli bu savaşı ilkesel olarak reddetmektedirler. (…) O sadece, kadın cinsiyetini erkeğin lehine zincire vuran burjuva toplumunu yasal ve toplumsal bağların çözülmesiyle reformdan geçirmeyi amaçlamaktadır. Proletaryanın iktidarı ele geçirmesi ve sosyalizmin kurulması aracıyla kadınları kurtarıcı toplumsal devrim mücadelesi karşısında bugün kadın hakları savunucularının çok büyük çoğunluğu, bu hareketin başlangıcında kısmen olduğu gibi, artık belirli bir tarafsızlık görünümünde değil, bilakis apaçık katı bir düşmanlık konumunda durmaktadırlar. Dolayısıyla burjuva kadın hareketi, kurtuluş özlemi çeken tüm kadınların çıkarlarının temsilcisi, onların öncüsü değildir." (s. 100-101) "O , emekçi kadınları yanıltıcı hayallerle erkek kardeşleriyle birlikte devrimci mücadele vermekten alıkoyarak emperyalist kapitalizmin yardımına koşmaktadır." (s. 105).
Kadınlara Oy Hakkı'na Bakış
Bu dönemde emekçi erkeklerin de farklı ülkelerde farklı tarihlerde olmak üzere, oy (seçme ve seçilme) hakkını yeni yeni kazanmaya başladıklarını, daha önce yalnızca "mülk sahipleri"nin oy kullanma hakkının bulunduğunu göz önünde bulunduralım. Oysa komünist hareket, ayrımsız kadınların da oy hakkını savunuyordu. Klara Zetkin, 1906'daki o dönemin komünist partisi olan sosyal demokrat parti kongresinde, kadınların seçim hakkına ilişkin raporunda sosyalist kadın hareketi ile burjuva kadın hareketinin "oy hakkı" konusundaki ilkesel karşıtlığını şu şekilde ifade ediyordu:
"Proleter kadın... yalnızca iktisadi ve kültürel yaşam çıkarlarını savunmak için seçim hakkına ihtiyaç duymuyor, seçim hakkına örneğin kendi sınıfının erkek dünyasına karşı mücadele etmek için değil, bilakis her şeyden önce kapitalistler sınıfına karşı mücadele etmek için ihtiyaç duyuyor. Ve dolayısıyla o, burjuva topluma, kapitalist iktisat düzenine dayanak olmak için toplumsal reformu talep etmiyor. Hayır! Biz erkekle eşit politik hakları, bu toplumu devirmek, parçalamak için; yasal engellerle engellenmeden birlikte çalışmak için talep ediyoruz." (s. 210)
8 Mart'ın Tarihçesi
II. Enternasyonal'in bünyesinde 17 Ağustos 1907 tarihinde Stuttgart'ta "Birinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı" toplandı. Bu konferans bir "Uluslararası Sosyalist Kadınlar Sekretaryası" oluşturur. Bu görevi, 1917 yılına kadar Klara Zetkin yürütmüştür. Bu konferans kararlarının tümü, kadının iktisadi ve toplumsal hayatta tam eşitliğini şiar edindi. Kadınlara ayrımsız oy hakkı da alınan kararlar arasındadır. Bu ilk konferansta, aynı zamanda "Eşitlik" adını taşıyan bir kadın gazetesinin yayınlanmasına karar verilir. Bu gazetenin editörlüğüne Klara Zetkin seçilir.
II. Enternasyonal'e bağlı olarak gerçekleşen "İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı" ise 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Kopenhag'da yapıldı. Bu konferansın gündemini ve sonuçta alınan kararları, kadın işçilere günde sekiz saatlik çalışma süresi talebi, hamile kadın işçilere doğumdan önce 8 haftalık doğum izni talebi, emziren kadınlara süt izni, 12 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması, işsiz kadınlara sosyal güvenlik talepleri oluşturuyordu. Ayrıca, kadınlara oy hakkı talebi, bu konferansın diğer bir gündemiydi ve karara bağlandı. Ancak her sınıftan kadınların oy hakkına bakışlarının neticede farklı olduğu da bu konferansta dile getiriliyordu. Burjuva kadın hareketinin talep ettiği oy hakkından ayrı olarak, proleter kadınların oy hakkının gözetilmesi gereği öne çıkarılıyordu. İşte bu konferansta, Klara Zetkin, ayrıca her yıl sosyalist kadınların uluslararası çapta bir kadınlar günü düzenlemesini önerir. Bu önerge şu şekilde sunulmuştur:
"Her ülkenin sosyalist kadınları, kendi ülkelerinde proletaryanın sınıf bilincine sahip politik ve sendikal örgütleriyle mutabakat içinde, esas olarak kadınlara oy hakkının ajitasyon ve propagandasına hizmet etmek üzere, her yıl bir kadınlar günü düzenler. Bu talep, sosyalist anlayışın kadın sorununa yaklaşımına uygun olarak gündeme getirilmelidir. Kadınlar günü uluslararası bir karakter taşımalı ve özenle hazırlanmalıdır."
Not: Bildiğimiz kadarıyla, bu belge Türkçe'de ilk kez yayınlanmaktadır. Orijinal metin Friedrich Ebert Stiftung'un www.library.fes.de sayfasından alınmıştır. (Konferansın "Talepler ve Kararlar" başlığını taşıyan raporundan tarafımızdan çevrilmiştir)
Görülebileceği gibi, "proleter" ve "sosyalist" içerik, "kadın sorunlarına özel bir gün" fikrinin ilk ortaya çıkışında var. Daha sonraları, her ülkede farklı tarihlerde, düzensiz olarak kadınlar için bir gün kutlanır.
[çok daha sonradan, 8 Mart tarihi anlatılırken, tarihte meydana gelmiş kimi önemli olaylara da atıfta bulunulduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisinde, 8 Mart 1857'de New York'lu tekstil işçisi kadınların grevi anlatılır. Grevci işçilerin talepleri arasında 16 saatlik işgününün 10 saate indirilmesi ve ücretlerin yükseltilmesi bulunuyordu. Bu grevin ardından tekstil ve tütün sanayiinde birbiri ardına grevler patlak verdi.
İkinci olay, bu direnişi anmak üzere, 8 Mart 1908 yılında yine New York'ta "Cotton" tekstil fabrikasında kadın işçilerin daha iyi çalışma koşulları için greve çıkmalarıydı. Bu grevde patronlar kadın işçileri, dışarıdan destek görmelerini engellemek üzere fabrikaya kilitledi ve çıkan yangında 129 kadın can verdi.
Bu iki olay zaman zaman karışıklığa yol açtığı için, kimi kaynaklarda 129 kadının ölüm olayı 1857'deki olaylara bağlanıyor, tarih konusundaki karışıklıklar bundan kaynaklanıyor. Biz her iki bilgiyi de www.renner.institut.at/fraueakademie/frauentag/frauentag.htm sitesinden çevirdik] Klara Zetkin'in önerisinin kabul edilmesinden sonra, ilk defa çok kitlesel olarak ve uluslararası çapta, 1911 yılının 19 Mart'ında, Almanya, Avusturya, Danimarka, İsviçre ve ABD'de bu gün kitlesel bir biçimde kutlandı. Bu kutlamalar, özellikle kadınlara oy hakkı talebi ile birleşiyordu. Eşit işe eşit ücret, sekiz saatlik işgünü, analık hakları ve de emperyalist savaşların son bulması gibi talepler kadınların önemli talepleri arasında yer alıyordu. Ayrıca bu gün "devrimci" bir nitelikte kutlanmıştı, o da şuradan geliyordu: 1848 yılında Almanya'da gerçekleşen Mart devrimleri sırasında 18 Mart'ta Berlin'de şehit düşenler anılıyordu. Ve yine Paris Komünü'nü 18 Mart'ta 1871'de (bir proleter devrim girişimiydi ve 29 Mayıs 1871'de burjuvazi tarafından bastırılmıştı) başlamıştı, onun yıldönümü anılıyordu. Bundan sonraki yıllarda "emekçi kadınların sorunlarına ayrılan bu bir gün", böylesi bir alışkanlık ve gelenekten yola çıkarak, uluslararası çapta Mart ayının çeşitli günlerinde kutlanmaya devam etti.
İşte böyle devrimci ve proleter temelli bir "Uluslararası Kadınlar Günü"nün önerildiğini, Klara Zetkin'in sonraları kaleme aldığı yazılarından da çıkarmak mümkündür. Klara Zetkin, "Almanya'da Proleter Kadın Hareketi'nin Tarihine İlişkin" başlığını taşıyan yazısında bu günün işçi kadınlarının eylem günü olması gerektiğini şu sözlerle ifade ediyordu:
"1910'da Kopenhag'daki İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı, birleşik uluslararası eylem olarak her yılki kadınlar gününü kararlaştırdı. Kadınlar günü, proleter kadınların güncel taleplerinden, örneğin kadınların seçim hakkından yola çıkarak, proleter kadın ve erkeklerin burjuva toplumuna karşı devrimci bir sınıfsal hareketi olmalıydı." (abç.) (s. 114)
Şubat Devrimi
Emekçi kadınlar gününün artık resmen Mart'ın 8'i olarak belirlenmesi ise, bundan çok sonra, 1921 yılında Moskova'da yapılan II. Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı'nda gündeme geldi. Bilindiği gibi, 1917 yılında (eski Rus takvimine göre 25 Ekim, bugünkü takvime göre 7 Kasım'da) gerçekleşen Büyük Ekim Devrimi'nden önce, Şubat Devrimi olarak anılan devrim patlak vermişti. Şubat Devrimi Çarlık Rusyası takvimine göre 23 Şubat'a, yani bugün kullandığımız takvime göre 8 Mart 1917 tarihine denk geliyordu. Ve bu devrimin kıvılcımını çakan, Petrograd'lı tekstil işçisi kadınlar tüm işyerlerinde birden o tarihte, yani bugünkü takvime göre 8 Mart'ta çıktıkları grevler ve direnişler oldu.
Bahsettiğimiz 1921 yılındaki konferansta, Nadejda Krupskaya ve Klara Zetkin de yer almışlardı. Bu konferansta, kadın hareketi açısından programatik nitelikteki "Yönergeler" kabul edildi. 8 Mart ise Petrograd'da Şubat Devrimi'ni başlatan tekstil işçisi kadınlara ithaf edildi.
II. Komünist Kadınlar Konferansı, uluslararası komünist kadın hareketini burjuva kadın hakları savunucularından kesin çizgilerle ayıran yönergeleri belirledi. Sözü Klara Zetkin'e bırakalım yine:
"Yönergeler, cinsiyet köleliğinin ve sınıf köleliğinin nedeninin son tahlilde özel mülkiyet olduğu ve kadınların tam kurtuluşunun ancak ve yalnızca üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması ve onların toplumsal mülkiyete dönüştürülmesi ile güvence altına alınabileceği tespitinden yola çıkmaktadır. (...) Proletaryanın devrimci sınıf mücadelesi olmaksızın kadınların gerçek ve tam kurtuluşu olanaksızdır, kadınlar bu mücadeleye katılmaksızın kapitalizmin parçalanması, sosyalist yeniyi yaratma olanaksızdır." (s. 123)
Aynı yıl, Lenin 8 Mart 1921'de yayınlanan "Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü" başlıklı yazısında, kadınlara yönelik eşitsizlik ve baskıya son veren Sovyet Devrimi'nin kadınlara çok geniş özgürlükler sağladığına işaret eder. Oysa, kapitalist ülkelerin burjuva cumhuriyetleri o zamana dek emekçi kadınları ezdi ve sömürdü. Lenin, toprağın ve fabrikaların üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasının, kadınları "ev içi kölelikten" kurtararak onlara gerçek özgürlüğe giden yolun kapılarını araladığını söyler. Çünkü, gerçek kurtuluş, ancak sermayedarların boyunduruğundan kurtuluşla sağlanabilir. Lenin'in bu önemli metninin çevirisini ek olarak yayınlıyoruz.
Türkiye'de İlk 8 Mart
Buradan, Türkiye'de ilk defa 8 Mart'ın kutlanması fikrinin nasıl doğduğuna geçelim. Türkiye'de 8 Mart'ın, bir emekçi kadınlar gününün kutlanması konusu, 1921 yılındaki Komünist Kadınlar Konferansı'nın aldığı kararla sıkı sıkıya bağlıdır. Türkiye Komünist Partisi'nin, Komünist Enternasyonal'le doğrudan bağları vardı. Daha doğrusu, TKP Komintern'in Türkiye seksiyonu olarak faaliyet yürütmekteydi.
8 Mart'ı ilk defa Türkiye'de kutlamak amacıyla, komünist kadınlardan iki kız kardeş Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova girişimde bulunurlar ve bir kadın birimi oluştururlar. Emekçi Kadınlar Günü'ne, bütün dünya komünistleri gibi, TKP içinde de başından beri önem verilmiştir. Bununla ilgili olarak, Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova kardeşlerin kendi imzalarıyla kaleme aldıkları yazı şöyle:
"1921 yılının Şubat ayıydı. 1919'dan beri çalışmakta olan Ankara Türk Komünist Partisi güçlenmiş ve Moskova'da Komünist Enternasyonali'yle ilişki kurmuştu. Anadolu içerilerinde birçok illerde hücreler oluşturmuştu. Şubat ayının sonlarında, Komintern Kadınlar Sektöründen Klara Zetkin Yoldaşın imzası ile, 8 Mart Kadınlar Bayramını nasıl kutlamak gerektiğini gösteren bir talimatname almıştık. Buna göre, kapitalist ülkelerde kadınların öz insan haklarını istemeleri şiar edinilecekti. Ankara'daysa işsiz kadınların sayısı gittikçe artmaktaydı. Yıllardan beri erlerini (kocalarını), oğullarını savaşta yitirmiş olan Türk kadınlarının yaşam koşulları çok ağırdı. İş bulmak olanaksızdı. Uzun yıllar süren savaşlardan sonra Antanta devletleri Türkiye'yi tam mahvetmek için İstanbul'u ve Anadolu'nun batı ve güney bölgelerini işgal etmişlerdi. İstiklâl Mücadelesi içinde Ankara'da kurulan B.M.M. Hükümeti de, Büyük Lenin'in yardımıyla dış düşmanlara karşı savaşı sürdürüyordu. Bu sıralarda Sovyet ülkesinden gelen yardımın Karadeniz sahilinden Ankara'ya kadar getirilmesini, kucaklarında silâh ve askerî malzeme taşıyan Türk kadınları gerçekleştiriyorlardı. Bu kadınlar, erleri, oğulları, kardeşleriyle birlikte düşmana karşı çıkıyorlardı. Ama bu dönemde kendilerinin hiçbir toplumsal hakları yoktu; yine de vicdanlarının sesine uyarak vatan müdafaasına katılıyorlardı. Türk kadınlarının insanî ve toplumsal haklarını tanıyan tek örgüt, Komünist Partisiydi.
1921 yılının başlarında, Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı, Türk burjuvazisinin eliyle Karadeniz'de boğularak feci bir biçimde yok edilmişlerdi. Bu olay derin bir nefretle karşılanmıştı. Bundan başka, Ankara'daki merkezi Komünist örgütünün 18 üyesi hapse atılmıştı. Bu gibi feci olaylar biz Komünist kadınları çok üzüyordu. Bir yandan burjuva cellâtlarını protesto etmek, bir yandan da işsiz kadınların ağır durumlarının hafifletilmesini talep etmek amacıyla, Komünist Süleyman Selim yoldaşın Ankara dolaylarındaki bağında kadınların genel toplantısı yapıldı. 8 Mart Uluslararası Kadınlar Bayramının önemini açıklayan, Şerif Manatov Yoldaşın bildirisi oldu. İkinci sorun olarak, kadınların durumunu düzeltmek, onlara iş sağlamak için bir kadınlar örgütü seçildi. Önceden hazırlanmış olan tüzük onaylandı. Sonra B.M.M.'ne Türk Kadınları adına bir bildiri gönderilerek, Komünistlere, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına gösterilen vahşilikler protesto edildi. Kadınlar örgütünün Ankara'daki ilk 8 Mart bayramı, Türk Komünist hareketi tarihin sayfalarında şerefli bir yer tutmaktadır." (Tunçay, 1991, s. 513)
İlerici Kadınlar Derneği
Evet, bu ilk 8 Mart kutlaması, Türkiye'de komünistlerin en başından, kadının siyasal ve toplumsal konumuna burjuvaziden çok daha fazla önem verdiklerinin iyi bir göstergesidir. Yakın tarihimizde ise yine TKP'li komünist kadınların öncülüğünde 1975 yılında kurulan İlerici Kadınlar Derneği'nin önemli çalışmaları vardır. İlerici Kadınlar Derneği, kadın mücadelesini işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası görerek, emekçi kadınları örgütlemeyi amaçlıyordu. Kurulduğu andan itibaren kadınların yığınsal örgütlenmesini önüne koyan İKD, Türkiye çapında çok geniş bir örgütlenme ağına sahip olmuştur. Onbeş bine yakın üyesi, 33 şubesi, 35 temsilciliği bulunan İKD'nin yayın organı "Kadınların Sesi" ise otuzbeş bin sayısına ulaşıyordu.
Yine bu dönem, dünyanın birçok kapitalist ülkesinde mücadele veren ilerici, sosyalist, komünist kadın hareketlerinin talepleri sonucu Birleşmiş Milletler, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart'ın her yıl "Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanmasını kararlaştırır. (Ondan birkaç yıl önce de, 1975 yılı "Dünya Kadın Yılı" kabul edilmişti). Birleşmiş Milletler, uluslararası barışın güvencesi olarak kadınların özgürleşmesini ön koşul kabul ediyordu. Bu anlamıyla Birleşmiş Milletler'e bu kararı aldırmak elbette ilerici, sosyalist, komünist kadın hareketi açısından bir kazanım olmuştur.
Yeniden İKD'ye gelecek olursak, İKD'nin 8 Mart'ı Emekçi Kadınlar Günü olarak gördüğünü ve buna uygun kutladığını söylemek gerekir. Bununla ilgili olarak yapılan yayınlardan örnek verelim:
Bu dönem, emekçi kadınlar gününde kadınları yakından ilgilendiren, işsizlik, pahalılık, yoksulluk sorunlarının yanı sıra, çocuklara kreş ve yuva, çocukların eğitim, sağlık, beslenme, bakımı gibi sorunlar ön plana çıkıyordu. Yine kadınlara yönelik her türlü ayrımın ortadan kaldırılması, yasalarda ve yaşamda gerçek eşitliğin sağlanması diğer taleplerdi.
Bu taleplerin yanı sıra, dönemin en büyük siyasal sorunlarından faşizme ve emperyalizme karşı sloganlar, örneğin NATO'dan, İMF'den çıkılması, faşist derneklerin kapatılması, anti-demokratik 141-142. maddelerin kaldırılması gibi talepler öne çıkıyordu. 19 Mart 1979 yılında yayınlanan Savaş Yolu dergisi, kapak sayfasının manşetini o yıl kitlesel olarak alanlarda kutlanan 8 Mart'a ayırmıştı: "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü tum yurtta kutlandı", altında da "Çocuklar Canımız, Faşistler Can düşmanımız". Bu haberin 5. sayfadaki devamına göz atalım:
"8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, çeşitli il ve ilçelerde düzenlenen yığınsal törenlerle, miting ve yürüyüşlerle kutlandı. İlerici Kadınlar Derneği'nin örgütlendiği bu gösteri, yürüyüş ve mitinglerde uluslararası kadın hareketiyle olan dayanışma dile getirildi. Uluslararası Çocuk Yılı ile faşist saldırıları somutlayan 'Çocuklar Canımız, Faşistler Can Düşmanımız' belgesi yükseltildi. Uluslararası kadın hareketinin seçkin temsilcileri, İlerici Kadınlar Derneği'nin konuğu olarak İstanbul'a geldiler.
İstanbul'da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlama hazırlıkları günlerce önce başladı. (...) August Bebel'in 'Kadın ve Sosyalizm' adlı yapıtının 100'ncü yıldönümü nedeniyle de 'Kadın sorunu' konulu bir açık oturum düzenlendi. Bu açık oturumda 'emekçi kadının kurtuluşu ile işçi sınıfının kurtuluş yolunun bir olduğu' gerçeği bir kez daha ortaya çıktı."
Haberin devamında, diğer pek çok ilde de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nün yürüyüşlerle ve mitinglerle kutlandığı belirtiliyor.
Gerçekten, Türkiye'de kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesi, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinden, işçi sınıfının mücadelesinden bağımsız olmamıştır, kadın mücadelesi doğrudan bu mücadelenin bir parçası olarak gelişmiştir.
Bugüne baktığımızda, yazımızın başında da yer verdiğimiz işçi ve emekçi kadınların sorunları gün geçtikçe boyutlanarak artıyor. Enformel (kayıtdışı) çalışmanın yaygınlaşması sonucunda sigortasız, güvencesiz çalıştırılan kadınların emek sömürüsünün önüne geçmek bugün çok can alıcı bir sorun olarak önümüzde duruyor. Diğer yandan, yeni kıdem tazminatının kaldırılmasının öngörülmesi gibi, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı'nda öngörüldüğü gibi yasal değişiklikler, kadınları yakından ilgilendiren olumsuz düzenlemeler getireceği için emekçi kadınların gündeminin ilk sıralarında yer alıyor. Tüm bu sorunlara ancak sınıfsal bir perspektifle yürütülen kadın mücadelesi ile cevap verebiliriz.
Günümüzde feminist hareket genelde "sınıflarüstü" bir tutum sergiliyor. Ancak feminist politika, işçi sınıfı içerisinde yer alan, geniş bir kesimi oluşturan emekçi kadınlar için yeterli bir politika değil. Düzenin sınırları içinde kalan bir politika. Oysa, kendini "feminist" olarak gören birçok kadının çıkarı emekçi kadın hareketinin yanında olmaktan yanadır. Çünkü, her şeyden önce, kendini feminist olarak tanımlayan çoğu kadının da birer emekçi olduğunu unutmayalım. Bu nedenle, feminist hareketin de "kapitalist sistemle sorunu olanlar" ve "olmayanlar" şeklinde ayrışması gerekir. Ve de sistemle sorunu olan feminist hareketin mutlaka emekçi kadın hareketi ile eylem, hatta fikir birliğine ihtiyacı vardır. Ve bizler de sınıf hareketinin parçası kadınlar olarak, kapitalist sistemle sorunu olan feministlerle birliği savunuyoruz.
Ama, örneğin, TÜSİAD'ın, yani Türkiye Sanayici ve İş "Adamları" Derneği'nin başına bir kadın seçildi diye biz emekçi kadınlar sevinemiyoruz. Emekçi kadınların durumu ortada ve TÜSİAD'ın başına bir kadının getirilmesi, sermaye sınıfının emekçi sınıfları, yani erkeğiyle/kadınıyla emekçileri sömürüyor olması gerçeğini ortadan kaldırmıyor, ona belki ancak bir vitrin süsü sağlıyor olabilir. Kısacası, ancak TÜSİAD'ın başına bir kadının getirilmesine sevinmeyen, kapitalizmin kadınları sömürdüğü gerçeğini kabul eden feministlerle eylem birliğine varız diyoruz.
Klara Zetkin ve Nadejda Krupskaya gibi ve saymadığımız binlerce sıra neferi, ömrünü komünizm mücadelesine adamış kadınların en büyük dilekleri, işçi sınıfından kadınların, emekçi kadınların, ev kadınlarının kapitalizmin boyunduruğundan ve köleliğinden kurtuluşu idi. Ve kadınların kendi kurtuluş mücadelelerini yaratmaları için kadın liderlerin öngördükleri hat, koca bir düzenin, kapitalist düzenin karşısında mücadeleyi gerektiren bir hattı. Doğru bir hattı. Bugün kadınların içerisinde en büyük kesimi oluşturan emekçi kadınları harekete geçireceğine inandığımız yegane mücadele hattı.
8 Mart'ın kilometre taşları:
Şubat 1848 - Marks ve Engels, Komünist Manifesto'yu yayınladılar.
18 Mart 1848 - Almanya'da Mart Devrim'leri sırasında Berlin'de şehit düşenler oldu.
8 Mart 1857 - New York'lu tekstil işçisi kadınlar greve gittiler.
Eylül 1864-I. Enternasyonal Londra'da kuruldu. Birliğin tüzüğü Marks ve Engels tarafından yazıldı.
18 Mart - 29 Mayıs 1871 tarihleri arasında - Bir proleter devrim girişimi olan Paris Komünü, tarihin ilk işçi devleti.
1889 - II. Enternasyonal'in Kuruluş Kongresi Paris'te yapıldı.
17 Ağustos 1907 - II. Enternasyonal'e bağlı "Birinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı" Stuttgart'ta yapıldı.
8 Mart 1908 yılında yine New York'ta "Cotton" tekstil fabrikasında kadın işçiler greve gittiler. Çıkan yangında 129 kadın işçi öldü.
26-27 Ağustos 1910-II. Enternasyonal'e bağlı "İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı" Kopenhag'da yapıldı. Uluslararası çapta "kadın sorunlarına özel bir gün" belirlenmesi kararı alındı.
18 Mart 1911 - Konferansta alınan "kadın sorunlarına özel bir gün" kararının ardından dünya çapında yapılan ilk kutlamanın tarihi
8 Mart 1917 (Çarlık Rusyası takvimine göre 23 Şubat 1917) - Petrograd'lı tekstil işçisi kadınlar yüzlerce işyerinde grev ve direniş yaptılar. Bu eylemler Şubat Devrimi'ni başlattı.
Ekim 1917 - Büyük Ekim Devrimi sonucunda, (eski tarihle 25 Ekim, yeni takvimle 7 Kasım tarihinde) Sovyetler Birliği kuruldu.
1918 yılında Almanya'da kadınlara oy hakkı tanındı.
10 Eylül 1920 - Türkiye Komünist Partisi kuruldu.
1920 - Birinci Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı Moskova'da yapıldı.
28-29 Ocak 1921-Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı burjuvazi tarafından Karadeniz'de boğularak öldürüldü.
8 Mart 1921 - Lenin'in "Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü" başlıklı yazısı Pravda No. 51'de yayınlandı.
1921 - İkinci Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı Moskova'da yapıldı. Emekçi kadınların sorunlarına özel bir günün kutlanması için her yılın 8 Mart günü kesin tarih olarak belirlendi. Sovyetler Birliği'nde ve daha sonra kurulan tüm sosyalist devletlerde bu gün resmi tatil olarak ilan edildi.
8 Mart 1921 - Türkiye Komünist Partisi üyesi kadınlar, uluslararası komünist hareketle aynı tarihte Türkiye'de ilk 8 Mart'ı kutladılar.
1975 - İlerici Kadınlar Derneği kuruldu.
1975 - Birleşmiş Milletler bu yılı Dünya Kadın Yılı ilan etti.
16 Aralık 1977-Birleşmiş Milletler 8 Mart'ın her yıl "Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
Kaynaklar:
Zetkin, Klara; Krupskaya, Nadejda; Pieck Wilhelm (1992). "Almanya'da Proleter Kadın Hareketi'nin Tarihine İlişkin", Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar ve Klara Zetkin Üzerine, İstanbul: İnter (der.)
Tunçay, Mete, Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2 (1991). İstanbul: BDS Yayınları.
V.I. Lenin Toplu Eserler (1965), 1. İngilizce Baskı, Cilt 32. Moskova: Progress Publishers.
www.library.fes.de: II. Enternasyonal, İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı, Talepler ve Kararlar, 26-27 Ağustos 1910, Kopenhag.
Kadının Yeri Ne Olmalıdır.
KADININ YERİ NE OLMALIDIR
-Rivayetlere göre Hz. Ademin Eye Kemiğinden yaratılmış olan ilk kadın olan HAVVA Hanıma borçluyuz, bu günkü varlığımızı. O olmasaydı, insanoğlu olmayacaktı ve çoğalamayacaktık. Varlık sebebimiz olan kadının, erkeğin kanından, canından ve hatta kemiğinden yaratıldığını görüyoruz. Öyle ise kadın, erkeğin bir parçasıdır. Bu duruma göre önce Erkek Kadının, daha sonra Kadın Erkeğin varlık nedeni olmuştur. Kadın Erkekten, Erkek Kadından ayrı yaşayamaz. Erkeğin Kadını, Kadının Erkeği delicesine sevme içgüdüsü, belki de buradan kaynaklanmaktadır. Yani yeniden, varlığının nedenine aşık olmak gibi bir şey…
-Emanete İhanet Edilmez
-Kadın, bazen Erkeğin ANASI, NENESİ, bazen SEVGİLİSİ, bazen KARDEŞİ, bazen HALASI ve TEYZESİ, bazen KAYIN ANNESİdir. Kısacası Kadın, Erkeği her yandan KUŞATMIŞ bir KALEDİR. Kadından kurtulmak mümkün değil(Kurtulmak isteyen kim ki?) dir. Erkeğin canından bir parça olan Kadını-Erkekten ayırt etmek, hor görmek, dışlamak mümkün müdür? Kadını küçük gören, ANASINI da küçük görmüş olur. Kadın bir Erkek ile mutlu olamayabilir. Bu bütün erkeklerle mutlu olamayacağı anlamına gelmez. Erkek de bir Kadınla mutlu olamadığı için, bütün kadınlarla mutlu olamaz diye bir şey yoktur. Bu bir Frekans meselesidir. Şifrelerin veya Ruhların anlaşamaması da diyebiliriz. Ruhların ve bedenlerin anlaşabileceği biri bulununca, mutluluk da yakalanmış olur.
-Kadın, Cenab-ı Allah’ın Erkeklere bir emanetidir. Kadını üzen, EMANETE İHANET etmiş olur… Emanete ihanet eden, Mü’minin sıfatlarından SIYRILIR, MÜNAFIK’ın sıfatlarını alır. Münafığın Cehennem’deki yeri, “Esfele Safilin”dir. Yani “Aşağının aşağısı, Hayvanlardan Daha Aşağı” bir mertebedir. Sakın Münafık durumuna düşmeyelim. Tabii ki, bu tek taraflı olmaz. Kendi parçasına yanlış yapan kadın için de aynı hükümler geçerlidir.
-Eşitlik
-Cenab-ı Allah, Ali İmran Süresi 165’de; “Muhakkak ki ben, içinizden gerek erkek ve gerek dişi olsun, hayır işleyen hiç kimsenin yaptığını zayi etmem. Hep birbirinizdensiniz, DİN YÖNÜNDEN ERKEK VE DİŞİNİZ BİRDİR…” buyurmaktadır. Bu Ayette Allah, kendi katında, Kadın ve Erkeğin “insan olarak” eşit olduğunu beyan etmektedir.
-Yine Nisa Süresi 34’te; “Erkekler, Kadınlar üzerinde İdareci ve Hakimdirler. Çünkü Allah birini(Cihad(fizikmen) , imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de Erkekler, mallarından(kadınlara) harcamaktadırlar. İyi kadınlar(Allah’a) itaatkardırlar. Ve Allah kendilerini koruduğu cihetle, kocalarının gıyabında IRZ ve MALLARINI muhafaza ederler…” buyuran Allah, Erkeğin FİZİKİ yönden daha güçlü yaratıldığını, Savaş yapma, İmamlık(öncülük, liderlik) ve Miras paylaşımı konularında farklı olduklarını ifade etmektedir.
-Bunun sebeplerini şöyle açıklamaktadır: Erkek, Kadına ve evine bakmakla sorumlu olduğu için, kazandığı malları kadınına harcamak zorundadır. Kadın evi geçindirmekle sorumlu değildir. İlk bakışta sanki MİRAS konusunda bir adaletsizlik varmış gibi görünse de; Erkek evini geçindirmekle sorumlu olduğu için, MİRASTAN ona İKİ PAY(Nisa Süresi 11) verilmiştir. AİLE içindeki konumlarına, sorumluluklarına ve aldıkları RİSK ORANINA göre, Kadına ve Erkeğe farklı haklar verilmiştir. Bekar iken, baba mirasından Bir Hisse alan Kadın ile İki Hisse Alan bir başka Erkek, evlilik yaptıklarında ÜÇ HİSSELERİ olacağından, eşitlik sağlanmış olmaktadır. Yani Eşitliğin şartının Evliliğe bağlanması, İslam’ın AİLE’ye vermiş olduğu önemi anlatması bakımından yeterli sanırım.
-Ayrıca İslam, Kadın ile Erkeğin boşanması halinde, Kadının “İddet Müddeti”nce bekleme süresi içerisinde, geçineceği para miktarını, ta evliliğin başında belirlemiş, dört ayını garanti altına almıştır. Bilindiği gibi Evlenirken, Erkek, Kadına “Mehir” adında bir para ödemek zorundadır. Buna halk arasında “Süt Hakkı” da denilmektedir. Boşanan Kadının, hemen evlenmesi dinen yasaktır. En az “dört ay on gün” beklemesi gereklidir. Buna “İddet Müddeti” denilmektedir. Yani Kadının boşandığında, hamile olup olmadığının anlaşılması, çocuğun babasının kim olduğunun anlaşılması için “dört ay halinin” geçmesi gerekmektedir. İleride boşanma ihtimalini hesaba katan İslam Dini, madem ki Kadının “dört ay on gün” evlenmesini yasaklamışsa, onun dört aylık harcamasını da karşılamak zorundadır. İşte Evliliğin başında Kadına peşinen ödenen “Mehir”, bu “dört ay on gün” lük harcamanın bedelidir. Boşanma olmadığı takdirde kadın, bu “Mehir” ile kendine dilediği bir şeyi alabilir. İhtiyaç duyulduğunda onu paraya çevirerek harcama yapabilir. İşte Sosyal Devlet anlayışına bir örnek…
-Namuslu Anne
-Bu ayetlerden, Kadının en önemli görevinin, kocasının NAMUSUNU(ırzını) , mallarını korumak ve müşterek ÇOCUKLARINA bakmak olduğunu anlıyoruz. Bir kadın, Çocuklarının ANNESİ, Ailenin namusunun GÜVENİLİR BEKÇİSİ oluyor. NAMUSLU bir ANNELİKten yüce bir makam olabilir mi? “CENNET ANALARIN AYAKLARI ALTINDADIR” Hadis-i Şerifine göre, bu Yücelik ve Kutsiyet, öncelikle Kadının ANNE olması ile başlıyor. Bekar iken Kadın, Evlenip çocuk sahibi olunca ANNE… Bir düşünün, ANA’lık Makamındaki, NAMUS ABİDESİ bir kadının AYAKLARI ALTINDAKİ CENNETİ hak etmek için, yine onun rızalığını almaktan geçiyor. Kadın ve Erkek, bu kadar girift bir şekilde birbirine bağlanmış ve sorumlu tutulmuştur. İslam’dan başka hiçbir Din ve medeni kanun, Kadına bu kadar yüce bir mevki vermemiştir.
-İslam Dini, Kadını bu kadar yüceltmiş, Erkeği, Kadının her türlü ihtiyacını sağlamak üzere, onun hizmetine vermiştir. Yani kadın “Hanımefendi”, Erkek onu mutlu etmek için adeta yaratılmış bir Hizmetkar… Tabii ki, bu hizmet hak edene, layık olana… Herkesin bir Annesi olacağına göre, Anne’ye hürmeti, saygıyı Cennet’le eşdeğer tutmuştur
-Utanç Kaynağı
-Arap toplumunda, Kız Çocuğu doğduğunda, Anne ve Babalar utanırdı. Bu UTANÇTAN kurtulmak için, Kız Çocuklarını “diri diri toprağa gömerlerdi.” İslam gelince, Kız Çocukları gömülmekten kurtuldu. Peygamber Efendimizin, Kız Çocuğu doğuran Annelerin, bu utancının tam aksine, onları baş tacı edici Hadis-i Şerifi, onlara Can Simidi olmuştur: “Üç kız çocuğunu doğurarak, onları yetiştirerek everen Anne-Baba Cennetliktir.” Buyurmuştur. Kısacası İslam, diğer dinlerden farklı olarak Kadının statüsünü, birdenbire BİRİNCİ SINIF İNSAN konumuna çıkarmıştır. Çağımızın kadını dahi bu statüsünün farkında değildir. Çünkü bu durum, hanımlarımızın, İslam Dinini yeteri kadar tanıyamamasından kaynaklanmaktadır. Zamane kadını, başıboş, çıplak gezmeyi özgürlük ve medeniyet zannediyor. Güya Kadın Haklarını İslam kısıtlıyormuş gibi algılıyorlar. İslam, “Soytarı” değil, “kamil insanı” yetiştirmeyi hedeflediği için, “entel-dantel” geçinenler konumuzun dışında kalmaktadırlar.
-Cinsel Meta
-Demokratlaşma, İlericilik, Kadın-Erkek Eşitliği gibi fikirlerle ortaya çıkanlar, Kadının ÇIPLAK BİRER RESMİ olmadan, bir ÇİKLET SAKIZI dahi satmıyorlar. Bu “Entelciler”, her zaman Boyalı Gazetesine, Kasetine, Albümüne, Klibine ve Takvimine dahi, Çıplak Kadın Pozu koymayı ilericilik gibi gösterir, Kadının ETİNDEN para kazanırlar. Porno Filmlerinde KOBAY olarak kullanılan Kadının, CİNSELLİĞİNDEN para kazanılan birer FUHUŞ MAKİNASI olarak görülmesi, Hıristiyan Batı Medeniyetinin Kadına vermiş olduğu değeri anlamak bakımından, çirkin bir örnek teşkil etmektedir.
-Çağımızda “Kadın Hakları” savunucuları, Batılılaşma ve Globalleşme teraneleri ile kadının yüceltildiğini sanıyorlar. Batı kaynaklı Kadın GENEL EVLERİnin tarihi çok eskilere dayanır. Batı Medeniyeti, Beyaz ve Siyah Kadın Ticareti yaparak, açmış olduğu Genel Evleri ve Randevu Evleri ile Kadını SEX KÖLESİ haline getirmiştir. İşte Çağımızda Batı Medeniyetinin kadına vermiş olduğu değeri görüyoruz. Batı, kadını BOZMAYA çalışırken, Türk ve İslam Medeniyeti Kadını çok REZİL BİR NOKTADAN alarak, ANNELİK vasfını yükleyerek, Cenneti de ayaklarının altına vererek, YÜCELERE çıkarmıştır. Kilise İnanışı, Rahibe’ye “Bakire kalma” zorunluluğu getirerek, ANNELİK denen o YÜCE DUYGU bile elinden almıştır. Bir kadının ömür boyu Bakire kalması düşünülebilir mi? Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Meşru yoldan izin verilmez ise, Gayrimeşru yoldan olacaktır. Bu nedenle Kiliselerde sapık ilişkiler ayyuka çıkmıştır. Kendi pisliklerini Medeniyet diye İslam Ülkelerine dayatarak, buna da çağdaşlık ve ilericilik diyorlar.
-Çok Evlilik
-İslam Dininde “dört evlilik” meselesi hep eleştirilmektedir. İslam’da “Dört Evlenme” diye bir şey yoktur. Tek Eşlilik esastır. Birden fazla evliliğe şartlı izin verilmektedir. Bu şartlar yerine gelmemişse, birden fazla evliliğe izin verilmemektedir. Şark Erkeği bu “şartlı izni” kendi lehine kullanarak, “Hile-i Şer’iyye” ye başvurmuş, Erkeklerin hegemonyasını kurmuştur. Bu İslam’ın kabahati olmayıp, Arap Kültürünün bir ayıbıdır. Cenab-ı Allah Ayet-i Kerimesinde, çok zaruri ve olağanüstü hallerde birden fazla evliliğe izin vermektedir. En çok Erkeklerin Savaşta ölmeleri ve mağdur olmuş Kadın sayısının Erkeklerden çok fazla olması halinde, fuhuşa, iftiraya ve mağduriyete meydan vermemek için, birden fazla evliliğe izin verilmiştir. Daha doğrusu bu evliliğe, Şehit Ailelerine sahip çıkmak için izin verilmiştir. Sahip çıkılmadığı takdirde, savaşacak Erkek bulmak zorlaşacaktı. Salgın hastalıklar, deprem veya doğal afetlerde Erkeği ölen Kadın ve çocuklarının mağduriyetlerinin giderilmesi için izin verilmiştir. Ayrıca birden fazla evlilik, eşler arasında ADALETİ sağlama şartına bağlanmıştır. Eşler arasında adaleti sağlamak mümkün olamayacağına göre, normal şartlarda birden fazla evliliğe izin verilmemiş anlamı çıkar. Ayetin sonunda “yine tek eşlilikte hayır vardır” denilmektedir.
-Günümüzde Peygamber Efendimizin, birçok kadınla evlenmesini eleştirenler de vardır. Aslında bu konuyu, o günün şartlarına göre ele alıp, eleştirmek lazımdır. Savaşlarda kocası Şehit olan Kadınlar dul ve yetim kalmışlar, gelir getiren kimseleri kalmamış insanları bir düşünelim. Savaştan dolayı Erkek sayısının azalması üzerine, bir Erkeğin, Şehit arkadaşlarının eş ve çocuklarını sahiplenmek zorunda kalması bu evlilikleri doğurmuştur. Üstelik bu dul kalan kadının eşini dinine davet ederek savaşa gönderen, onun ölümüne neden olan bir Peygamber iseniz, başkası 4 kadını himayesine alıyorsa, siz daha fazla kadını ve yetimi himayenize almak zorundasınız. İşte Peygamberin birçok kadınla evlenmek zorunda kalması, keyfi ve cinsel amaçlı olmayıp, tamamen yardım ve sahiplenme amaçlı olmuştur.
-Hz. Muhammed gibi, Sahabi de birçok Kadın ile evlenmek zorunda kalmıştır. Bir Sahabi’nin, Şehit Dava arkadaşının hanımını nikahsız olarak himayesine alması, dedikodulara neden olacağından, Nikahlanmanın daha doğru olacağını kabul etmemiz gerekir.
-Dul Kalmanın Zorlukları
-Günümüzde Dul kalan Kadınların, ne kadar zor durumda kaldıklarını, ancak o kadınlar bilirler. Dul kalan bir Kadının ifadesi şöyle:
-“Kocamla mutlu olamadık, ayrılırsak biraz huzur bulacağımı zannediyordum. Ama tam tersine, bu gün huzursuzum. Evli iken, bayan arkadaşlarımın evlerine rahatça gidebiliyordum. Ama şu anda yalnız başıma yaşayan bir insanım. Kız arkadaşlarıma veya komşularıma gidince, kocası bana asılıyor, bunu fark eden kız arkadaşım bana surat yapıyor. Bu nedenle hiç kimseye gitmek istemiyorum. Yolda, parkta, durakta, Dul olduğumu bilen herkes, benden faydalanmak istiyor. Zar zor bir iş buluyorum. Patron ve oğlu, müdür, şef, eleman, ayrı ayrı beni taciz ediyorlar ve işten ayrılmak zorunda kalıyorum. Güvenli yer bulamadığım için çalışamıyorum ve çocuğumla birlikte aç kalıyorum. Bu toplumda Dul olarak yaşamak çok zordur. Tekrar evlenmekten başka çarem kalmadı.” Diyor.
-Kadın Çalışmalımıdır?
-Kadının çalışmalı mı, çalışmamalı mı sorusuna cevap arayalım. Hz. Hatice Dul olduğu için, bizzat kendisi ticaretle uğraşıyordu. Hz. Aişe, Peygamber Efendimizin ölümünden sonra Ordulara Komutanlık yapmıştır. Müslüman bir kadın tahsil yapmalı, kendisi için haram olmayan alan ve ortamlarda çalışmalıdır. Ancak Tesettüre riayet ederek ve iffetini koruyarak çalışmalıdır. Kadın çalışmak zorunda değil ise, önceliği iş bulamayan Erkeklere bırakmalı, kendini evine, eşine ve çocuklarına adamalıdır. İç işler ve dış işleri paylaşılmalıdır. Zaten Erkek, evi geçindirmekle sorumlu olduğuna göre, kadının görevi iyi bir annelik yapmak, çocuklarını topluma kazandırmak olmalıdır. Kadının fiziki konumuna en uygun olanı, iç işlerini seçmesidir. Yeteri kadar “Anne Kokusunu” ve “Şefkatini” alamayan çocuklarda, Psikolojik davranış bozuklukları görülmekte, çevresine ve evliliğine uyum gösteremedikleri için, toplumun kanayan yarası olmaktadırlar.
-Hanımı çalışan ailelerde, şiddetli geçimsizlik nedeni ile boşanmalar, intiharlar meydana gelmekte, Psikolojisi bozulmuş yetim çocuklar ortada kalmaktadırlar. Erkek almış olduğu maaşı, hanımına ve çocuklarına harcarken, koz olarak kullanmayı düşünmezken, eğer erkek işsiz ise Kadın bu maaşı ile hava atarak, bunu erkeğe karşı koz olarak kullanmaktadır.
-Çalışan kadının yirmi dört saatini ele almak gerekirse, çocuğunu Kreşten alacak, yorgun argın eve gelecek, akşam için yemek yapacak, bulaşık yıkayacak, varsa ütü yapacak, çamaşır yıkayacak, çocuğunu uyutacak, sonra dinlenmek için zaman bulacak ve gece yarısı kocasının gönlünü görecek, uyuyacak, uyanınca çocuğunu emzirecek, kalkıp yıkanacak, kahvaltı hazırlayacak, giyinecek, süslenecek, çocuğunu Kreşe teslim edecek ve mesaisine yetişecek. Bu kadına 24 saat yetmeyecek. Bu yarışa bir kadının zarif ve nazik bedeni dayanamayacaktır. Sinir, stres, tartışma, şiddet sonucu mutlu aile çatırdamaya başlayacak. Benzetmiş gibi olmayalım, atalarımız; “İneği Çüte koşarsan, Süt alamazsın” demişler. Kadını çalıştırıyorsanız, bazı hizmetleri beklemeyeceksiniz. Beklerseniz, karşınızda öfke küpü bir kadın bulursunuz.
-Ben memuriyet yaptım, bayan memurların acıklı hallerini gördüm. Çocuğunu emziremediği için, göğsünden süt akan, gömleği sırılsıklam halde eve koşan annenin zorda kaldığı anları gördüm. İlk zamanlar çok ağır başlı iken, daha sonraları ancak kocası ile konuşabilecek müstehcen şakaları, mesai arkadaşları ile yapan kadınları gördüm. Mesai anında aniden “ay hali” olup, beyaz eteğinden dışarı vuran kadınların zor durumlarını gördüm. İşyerinde kocasından daha yakışıklı, becerikli ve kültürlü erkeklerle tanıştıktan sonra, toplum içerisinde kocasına; “Sen sus, ne bilirsin ki, sen de erkek misin” diyerek aşağılayanları gördüm. Böyle bir kadını hangi erkek taşır ki? Elbette ki bu yuva bozulmaya doğru gidecektir. Bu nedenle kadın, evinin kadını, çocuğunun annesi olmalıdır. Ne olur, ne olmaz; “Deveni sağlam kazığa bağla, komşunu hırsız çıkarma.” Biz namus için yaşıyoruz. Namusu olmayanın imanı da olmaz. Namusumuza sahip çıkmalıyız. Karıyı çalıştırıp, parayı kazanırken, Namusu kaybedeceksek, bir anlamı kalmamıştır bu çalışmanın. Önemli olan Namusu kaybetmeden yaşamaktır. Kadın, Erkek için mi namusunu taşıyor diyeceksiniz. Çok haklısınız, kadın namusunu kendisi için taşımalıdır. Ancak, “Helva şirin, nefis kafir” derler. Elde ne yakışıklı, kültürlü, varlıklı, kurnaz, hin oğlu hin erkekler var. Kadını gönüllü kandıramazsa, hile ile onu tuzağa düşürür. Bu nedenle “sırdaşımız, biricik hayatımız, çocuğumuzun anası” dizimizin dibinde olmalıdır. Cenab-ı Allah onun da rızkını bir şekilde size verecektir.
-Şartlar çalışmaya zorluyor diyeceksiniz… Peki, çalışan bir bayanın maaşından ailesine ne kadar katkısı oluyor, hesabını birlikte yapalım: Yılda dört ayak kabı, bir veya iki çizme, en az 4 takım elbise, birer Palto ve Kaban, Şemsiye, 2 çanta, 1 makyaj takımı, haftada bir Kuaför, yılda 54 Kuaför ücreti, dolmuş veya servis ücreti, Kreş veya bakıcı kadın maaşı, haftada bir, yılda 54 defatemizlikçi kadına verilen para, hazır yemeklere verilen para, hanımın cep telefonu faturası derken, bu kadının eve katkısı nerede kaldı? Kadının, kocası ile dırdırı, çocuğun anne hasreti ile büyümesi, şiddetli geçimsizlik de cabası kalır sizlere.
-Madem Erkekler evi geçindirmekle sorumlu, iş bulma önceliği erkelerin olmalıdır ki, sosyal denge bozulmasın. Bu ülkede Erkekler iş bulamıyor. Yaşı geçmiş çalışmakta olan kızlar, işsiz Erkeklerle evlenmiyor ve evde kalıyorlar. Böylece kızın da, erkeğin de evlenmesi mümkün olamadığı için, evde kalıyorlar. Sonra da anneler; “kızımın kısmetini bağlamışlar” diyerek, falcılara para döküyorlar. Ancak İş bulan Erkek, İşsiz bayanla evlenebiliyor. Demek ki, hayatı paylaşırken, Erkekler, Kadınlardan daha özverili oluyor. Aslında hanımı çalışmayan erkeğe, maaşının yarısı ek olarak verilmiş olsa, hanımı çalışandan karlı ve huzurlu olurlar. Çalışan hanımlar evlerine dönse, üç-beş milyon erkek işi bulur, üç-beş milyon kız da koca bulur. Aile Reisleri iş bulunca, evlerdeki huzur da artar, kadın da kocasına sadık olur. Yuvalar yıkılmaz, Türk Ailesinin dağılması önlenmiş olur. Söylemesi bizden//
Mehmet Demir Atmalı
Düs Patikalarinda Basina Buyruk
Hayatima bir degisiklik yaptim. Önce sizlanmayi kestim. Kendimi hayali bir sevgili yaninda düsledim. Onun yaninda ben de düssel sevgili oldum. Ve bunun için inanin ölesiye çaba harcadim. Kolumda düssel bir sevgili ve onun yanagina bir öpücük kondurur gibi yaparak moral çöküntüsü yasamamdan daha iyiydi kuskusuz. O görünmez sevgiliye bir sersemlik içinde kur yaptigimi, yanagini oksadigimi, elini öptügümü, kulagina bir seyler fisildiyor gibi düsledim kendimi.
Cesaretimiz azaldiginda, umutsuzluga ve teslimiyete yatkin oldugumuz zamanlar bizi canlandiracak yepyeni seyler bulmak gereksinimi duymaz miyiz? Örnegin, kolumda bir sevgili varmis gibi yürüyerek Madrid’in Puerta del Sol Meydani’ndan içeri girmek, bütün içimdeki o umutsuzluk, yenik, igrenç, hasta düsüncelerimden kurtulmak, bir köseye kivrilip, dünyadan kendimi soyutlamaktan daha dirençli bir eylem degil mi?
Özgürlük budur, iste!
Puerta del Sol Meydani aksama hazirlaniyor. Meydanin ortasindaki havuzun etrafinda gençler sarmas dolas öpüsüyorlar. Hayir öpüsmüyorlar, birbirlerini içiyorlardi. Suyu, dudaklari ve dilleriyle yaliyorlardi. Gözleriyle yürekleriyle birbirlerini yudumluyorlardi. Öylesine islaktilar ki, iki balik öpüsüyor sanirdiniz.
Seni düsünüyorum. Sesini duyar gibiyim. Yerimden kalkip ellerine dokunmak istiyorum. Diz çöküp ellerine bakmak. Firlamak, kosmak sana... “niçin dünyaya geldim, niçin yasiyorum”un karsiligini bulmak için... genç kalmak gelen günler gibi, genç kalmak gelen günlerle beraber ve hep ayni umutlu ezgiyi söyleyerek boynuna sarilip, seni kucakliyorum. Gözlerin parliyor. Öpüyor, öpüyor, öpüyorum... içim eziliyor. Çok sükür sana dokunabiliyorum, sevgilim. Yasamin coskusunu bir an için alevleyen küçücük isiklar yaniyor yüregimde. Gülümsemen, özleme gömülmüs sevdamiz, sesinin kirintilari yankilana yankilana büyüyor kafamin içinde. Savruluyor bosluga. Kulak kabartiyorum geceye.
Ellerinde pan flütleri, gitarlari ve vurmali çalgilariyla en kalabalik köseleri kapmak için yarisan gençler. Meydana açilan caddelerdeki meze barlari (tapas) tiklim tiklim dolu. Kozalarindan çikmis Madrid’in ritmine ayak uydurmaya hazir, dolu dizgin, neseli serüvenci kalabalik. Zaman karsisinda bir tür kaygisizlik ve nese karisimi tutumlariyla olduklarindan çok daha genç görünen insanlar bunlar. Kenti iliklerine dek çekmek için birbirleriyle yarisir gibiler.
Uzun zamandir hissetmedigim bir heyecan ilerleyen gecenin yanar döner karanliginda beni yeniden kucakliyor. O ses kulaklarimda yankilanacak sabaha dek. Dansin hayatin kallesligine meydana okumak oldugunu ögretecek bana. Yasamin bir ucundan girip, bir ucundan çikacagim bir tünelde degil, beni kapsayip kat kat saran bir kozanin içinde yuvarlanacagim az sonra. Sahnenin isiklariyla isildayan, dansin siirini dokuyan, içimi titretecek o ürpertiye kis kivrak yakalanacagimi nasil bilebilirdim ki.
Tavana ve duvara vuran gölgesi… Küçük kol ve bacaklarinin kendi vücudu üzerinde bir baska vücut gibi daha koyu, daha kizil büyüyen silueti… yükselip alçalan denge içindeki hafifligi… Partnerine abanan, alev alev ritmle yanan, birlesen, ayrilan bedeni… Uçusan genis etekleriyle havayi savurarak geçiyor. Denize açilan güzel bir gemi gibi süzülüyor, tatli tatli, usulca ve yavas sahnede yerini aliyor.
Iste müzik basladi. Devinen, kivrak vücutlar, sert topuk vuruslari... Kirmizinin, flamenkonun, Ispanyol çingenesinin ruhu bu. Farkli renklerin, degisik kisilerin yasamlariyla iç içe geçen bir ritm bu. Sadece bir dans degil, ondan öte, hayatin keder ve sevinçlerinin güçlü sanatsal ifadesi bu. Aska, tutkuya, kadina, erkege, sevince, kedere, dair. Bireyin kistirilmis mekanindan, zamandan, anlam ve anlamsizliktan kaçisi.
Ispanyol çingenesi de yalnizligini, arayisindaki sonsuzlugu ve tek basinaligini böylesi yogun bir kurguyla bir söyleme, bir siire dönüstürür. Kavgasinda izleyicisini de yaninda yer almaya çagirir. Onun da kendinden geçmesini, kendi kabugu içinden firlayip tasmasini, bentlerini kirmasini ister. Sanatla, dansla, müzikle bir soluklama, bir sevisme anidir. Oyuncunun ümidi, korkusu, gözyasi, ask kirginligi, sevinci sahnededir artik. Ezgisinde güçsüzlügünü, yoksuzlugunu dindirmek ister.
Askla kusatilmis yüregi kimi kez doyasiya aglamak, kimi kez doyasiya sevmek ve tekrar sevmek ister aski ve yasami. Yüregini daglayan ince sesin demlenen yalnizliginda sevgilisini arar. Sel sel aglamakli upuzun elvada öpücügünü duyumsar. Ürperir. O simdi üzgün ve çiplaktir. Geçip gitse de sevgililer, tüketse de
günlerini ilerleyen yasaminda aska yine yine yakalanacaktir simsek gibi firtinalarda. Sevgilisi anidir artik. O betimsiz anilar, hüzünlü imgeler toplar.
“....Asklardan söylemek istemiyorum/, asklar, yitirilmis ayak izler,
soguk isini günesin, /duygularin yesil pençeleri,
Asklardan söylemek istemiyorum/ yaris atlaridir asklar
derin sulara düsmüs/ kanatlari demir ve kursundan…”
Yagmur sonrasi yikanmis sabahlarda bosaltmistir içini. Yeniden marti kanatlarinda dalgalanmak için. Bosuna degildir duyulmus heyecanlar. Bosuna degildir gözyaslari. Geçip gitmeden bu diyardan söylenecek, dile getirilecek anilarin derin sessizligini yirtacak; ince busesi, konusan bakislariyla dokuyacaktir renklerini. Güçlü iletisini inceltip titresen sesiyle verirken bir yandan bozgununu sergiler bir yandan da yikilmayacagini. Sanatla kendini var edecegini. O renkli sarhoslugu yasar.
Flamenko’nun gölgesi yüreklerimize düsüyor. Scala’da devinen kivrak vücutlar, sert topuk vuruslari uzayip giden salonda yanki yapiyor. Bulanik boslukta bu sinirsizligi yakalayan insanlarin cümbüsüne katiliyorsam da yüregim Franco dönemine gitmeme engel degil.
Cumhuriyetçiler’e ve Halk Cephesi’ne karsi kiyima baslayan, “Ille de Katolik bir Ispanya” isteyen Franco ve ona destek veren kiliseye Madrid’li bir kadin baskaldiriyor:
Bu kadin, bir zamanlarin maden isçisi ve Halk Cephesi Milletvekili Dolores Ibarruri’den baskasi degil.
“Savasin, biçakla, kaynar yaglarla, neyle olursa olsun, savasin. Boyun egerek yasamaktansa, ölmek daha iyidir.”
Ibarruri bütün emekçilerin ve can çekisen Ispanyol Cumhuriyetinin savas komutu haline gelecek olan ünlü sözcügü haykirdi: “No Pasaran” (Geçemeyecekler!)
Madrid’i, tankla, tüfekle, bombayla geçemediler, ta ki 5 Mart 1939’a kadar. Cumhuriyetçilerin yüksek rütbeli subaylari yenilgiyi kabul etmeyip Franco’ya karsi direndiler ama basaramadilar. 28 Mart 1939 günü sabah saatlerinde Franco, ögleden sonra da Italyan birlikleri kente girdiler.
Franco ölmeden önce kendine güzel bir mezar yeri hazirladi. Madrid’den kuzeye Segovia’ya giderken yola çok uzakta, dagin basinda “Düsen Insanlar Vadisi” diye anilan taslik ve zor ulasilan bir tepeye Franco yüz elli metre yüksekliginde bir haç yaptirdi, her yerden görünsün diye. Bu haçin insaatinda kirk bin asker zorla çalistirildi. Insaat sürerken yüzlerce asker öldü. Franco simdi o issiz, kimselerin geçmedigi dagda. O Haçin altinda.
Siz de hüzne kapildiginizda, düssel bir sevgili kurgulayin kendinize. Gözlerinizi kapayip onu izleyin, o görüntüyü içinizde saklayin, göreceksiniz, daha güçlü ve daha mutlu oldugunuzu duyumsayacaksiniz. Gözlerinizin önündeki bu canli, güçlü özgürlük simgesiyle birlikte yasayarak tuhaf, gizli bir cosku duyacaksiniz. Kendi ruh derinliklerinizin zenginligi içinde kaybolarak yasama gülümsemeye baslayacaksiniz. Ilk adimi atmaya cesaret edebilsek, yapilacak upuzun yolculuklar var.
Hepimizin içinde bulundugumuz çöküntüde bize güç verecek bir özsaygi anlasmasi bulunmazsa, kimi kurgulara simsiki sarilmazsak hayata simsiki tutunamayiz. Bunun ruh çöküntüsü içinde olmaktan daha özgürlestirici olduguna inaniyorum.
Düslerimi verin bana!
Her seye boyun egmektense, teslim olmaktansa düslerimi verin bana.
Bitkin ve bikkinliktan, hayatin üzerimizdeki agirliktan yakinmaktansa düslerimi verin bana..
KADINLAR OLARAK NASIL İNSANLAR OLMALIYIZ ?
Burjuva kapitalist sistem de insan olmak oldukça zordur. İnsan gibi birini bulmak için yüzlerce kilometre yol almak gibi bir şeydir. Bazen kilometrelerce yol katederiz birisini görmek için ama gördüğümüzde mutlu olmak ve değdi demek gibidir iyi insanı yakalamak. Burada aradığımız insan elbette üreten yaratan, bilinçli üretim faaliyeti içinde yer alan, karar verme irade ve yeteneği olan bir canlı varlıktır.
İnsan nedir ya da ne değildir? Zaman zaman bu soruyu kendimize sorarız. Belki geçmişteki atalarımız da soruyorlardı. Hiç kuşkusuz, gelecek kuşaklar da soracaklar. İnsan nedir sorusu, bir dizi bilinmezlikleri de beraberinde getiriyor. Hangi ölçüt ya da ölçütlerden yola çıkarak insanı en iyi biçimde tanımlayabiliriz? Gerçek olan şu ki, insan canlılar dünyasının en karmaşık, en zor anlaşılır yaratığıdır. Her ne kadar dünyanın en zeki, en yetenekli, sınırsız yaratma, geliştirme ve değiştirme gücüne sahip yaratığı olsa da, sonuçta o bir canlıdır ve de içinde yaşadığı dünyanın bir parçası sayılır. Diğer canlılarla birlikte bir bütünü oluşturmaktadır. Peki, canlılar aleminin bir uzantısı olan insanı yeterince tanıyabiliyor muyuz?
İnsan eskiden beri kendini tanımaya ve geçmişiyle ilgili gizem perdesini aralamaya özel bir merak duymuştur. Tarih boyunca bir çok topluluk, insanın yaradılışı ve onun canlılar dünyasındaki yeriyle ilgili çeşitli efsaneler geliştirmiştir. Biz insanoğulları ve kızları nereden geliyoruz? Kuşkusuz, yüzyıllar boyu insanlar kökenleri konusunda bu soruyu sürekli olarak kendi kendilerine sormuşlar ve sormaktadırlar.
Her şeyden önce, bir canlı olarak diğer canlılarla doğada aynı kaderi paylaşıyoruz; çevremizde varolan doğa koşullarına karşı geliştirmiş olduğumuz özel bir bağışıklık sistemimiz bulunmamaktadır. Her canlı gibi bu çevresel etmenlerden biz de etkileniyoruz. Ayrıca, her canlı için geçerli olan temel gereksinimler bizim için de söz konusudur; yaşamımızı devam ettirebilmek için nefes alırız, besleniriz, uyuruz. Biyolojik donanımımıza bakılırsa doğanın pek de öyle güçlü bir yaratığı sayılmayız. Ne arslan gibi sağlam ve güçlü bir pençemiz, ne timsah gibi parçalayıcı dişlerimiz, ne fil gibi iri bir cüssemiz ve ne de ceylan gibi hız yapan bacaklarımız var. Görüldüğü gibi, doğadaki birçok canlının sahip olduğu anatomik donanımlardan yoksunuz. O halde dişiyle parçalayan, pençesiyle vurup öldüren, iri cüssesiyle ezen, çevresine korku salan ya da çok hızlı koşarak avını yakalayan, yeri geldiğinde aynı hızla kaçıp tehlikelerden kurtulmasını bilen bir canlı olmadığımıza göre, bizi doğanın en güçlüsü kılan bir özelliğimiz olmalı.
Sınırsız bir potansiyel var, ama bu ne olabilir? Gerçekten de organizmamızın bu mütevazılığına karşın bizi tüm canlılar dünyasının biricik yaratığı yapan ayırdedici bir hususiyetimiz var ki, o da beynimizdir. Tabii her canlının bir beyni vardır, ama biz insanlardakini ayrı bir kefeye koymak gerekir. İnsanı bu yüzden homo cerebralis (beyinli insan) olarak tanımlayanlar vardır.
İnsan kimdir derken, aklımıza hemen insan doğası ne demektir ya da insan olmak ne anlama gelir soruları da takılır. Kimilerine göre insan, sosyal bilinçlenmeye sahip tek yaratıktır. Kimileri için de acıkmadığı zaman dahi yiyen, susamadığı zaman su içen, uykusu olmadığı halde yatıp uyumaya çalışan ya da her mevsim aşk yapan bir canlıdır.
İnsan beyni sahip olduğu soyut düşünce potansiyeli ile doğada benzeri bulunmayan bir organdır. Bu bağlamda, insanı en önemli ve en anlamlı kılan, insanlaşma sürecinde temel ivme olarak kabul edilen beyin korteksindeki (kabuğundaki) muhteşem gelişmedir. Biz onu doğadaki hiç bir canlı ile paylaşmıyoruz. Her ne kadar beyin düzeyinde bu benzersizliğe sahip olsak da, diğer canlılardan kopmuş doğaüstü bir yaratık da sayılmayız. Her canlı, içinde yaşadığı ortamda varlığını sürdürme olanağı sağlayan karmaşık ve özgül bir uyum stratejisi geliştirmiştir. Bu uyumsal örüntü aslında insan için de geçerlidir. Tüm canlılarda olduğu gibi, insanın da biyolojik bağlamda birtakım sınırlamaları vardır.
İnsan doğasına ilişkin tüm bilinmeyenlere yanıt bulabileceğimizi ileri sürmemiz beklenmemeli.
İnsan sınırsız bir bilme, öğrenme ve araştırma gereksinimi duyar. Doyuma ulaşmasının ve kendini güven içinde hissetmesinin temel kaynağı bilgidir. İnsan, biyolojik örüntüsüyle kendini aşan bir canlıdır. Onun varoluşu ne üreyip çoğalmasıyla gerçekleşmiştir, ne de ölmekle noktalanmıştır. İnsanı diğer canlılardan farklı kılan bir yönü, geçmişten geleceğe bir devamlılığa sahip olduğunun bilincinde bulunmasıdır.
İnsan enerji tüketen, tarih yazan, veri toplayan, karar verip uygulayan, geçmişten aldığı derslerle (her zaman bunu başaramıyorsa da) bugününü kuran, geleceğe yönelik plan ve projeler hazırlayan bir canlıdır. Kuşkusuz her canlının bir yaşam stratejisi vardır; insanın ayırt edici özelliği, bu açıdan diğer canlılardan farkı, bu stratejiyi içgüdüsel olarak değil de bilinçli olarak belirlemesidir.
Haliyle sınıflı toplumlarda sadece üreten, yaratan, düşünen insan olmak için yetmiyor. Artık yeni tip insan aynı zamanda örgütlenen insandır. Bilinçli eylemini örgütlü faaliyetiyle bütünleştirendir.
Bilinçli eylemin genel düşünsel ilkelerini; özgürlük, eşitlik, adalet ve insanca yaşam olarak ifade edebiliriz. Bunun içinde mevcut koşullar içerisinde burjuva kapitlist sisteme karşı özgürlük, eşitlik ve adalet için ortak zeminde örgütlenmek ve mücadele etmek gerekiyor.
Bir de ikinci sınıf olarak görülen, toplumsal yaşamın dışına itilmiş, modern burjuva kapitalist toplumda cinsel bir meta olarak görülen ve hatta birçok ülkede ikinci sınıf insan yerine konulan ve bazen adı bile anılmayan emekçi kadınlarımızdır. Uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının ortaya çıktığı tarih boyunca çok yönlü baskı altında tutulan, itilen kakınlan ve sömürülen kadınlar olmuştur. Ezilenin en ezileni olan kadınlar yaşamları boyunca toplumsal ve polistik baskı altında tutularak özgürlükleri kısıtlanmış ve erkek egemen değerlere göre hareket eder konuma düşürülmüşlerdir. Kadınlarımız bir yerde babanın kız evladı, kocanın karısı, oğlunun anası, kardeşin bacısı hep birilerinin bir şeyi olmuş ve bağımlılıkta kurtulmak bir yana sistem tarafından bu bağımlık durumu pekiştirilmiştir. Haliyle kadın bağımlılık zincirlerini kırarak eşitliği ve özgürlüğü sağlamada pek bir yol katedememiştir. Bu bakımda kadınlar yüzyıllardır toplumsal yaşam içerisinde üreten yaratan olmalarına karşın, yönetme ve yönlendirme, politikada aktif birey olmada istenen konumda durdukları söylenemez.
Kadınların edilgen yetiştirilmeleri, toplumsal baskılar, gelenek, görenek ve dini gericiliğin etkisi, erkek egemen değerler vb. onların toplumsal mücadelede yeterince aktif yer almalarının önlediği gibi başarılı olamalaırnında önünü kapatıyor. Yıllardan bu yana kadınların eşitlik ve özgürlüğü doğrultusunda sürdürülen zorlu mücadelede çok az mesafe katedeilmiştir. Çünkü toplumun önemli bir bölümünü oluşturan emekçi kadınlarımız toplumsal mücadelenin dışındalar ve ev kadınlığı görevleriyle yükümlendirilmişler ve ikinci sınıf insanlık halini kabullenmiş duruma düşürülmüşlerdir. Halbuki savaşlardan, işsizliklkte, açlıktan ve yoksulluktan, en çok etkilenen, zarar gören ve acı çeken kadınlarımızdır. Her savaşta insanlık kaybederken en çok kaybeden kadınlar ve çocuklarımı oluyor. Bütün bu yıkım ve zulümlere karşı başarılı olamıyor ve bu durumu tersine çevirmek için, örgütlenip mücadeleye atılamıyoruz.
Dahası toplumsal yetiştirme tarzı nedeniyle kadın duygusaldır, yokluğu, yoksunluğu ve acıları en çok onlar duyumsal ve yaşar. Yaşamın zorluklarını en çok onlar sesizce içleirne sindirmiştir. Toplumsal çelişkileri onlar kadar kimse hissedemez. Kadının biyolojik özellikleri ile sosyal yaşam içerisinde karşılaştığı sorunlar, aslında onları çok daha sorumlu olmaya zorluyor. Ama bu sorumluğu örgütlenmeyle birleştiremiyor. Bazen duygusal özellikler, örgütlenmesinin ve mücadelesinin önüne geçiyor.
Kadın üzerindeki baskılar ev-aile ortamından başlar, egemenlerin iktidarına kadar yükselir. Kadın gözünü açıp yetkinleşmeye başladığında evde, erkek (baba –kardeş) baskısı ile karşılaşır. Ailede konulan kurallar sadece kızlara ve anneye uygulanır. Erkek evlat bu bakıcı kuralların dışında tutulur hatta uygulayıcı duruma geçer. Erkek evlat yeri gelirse anneden de hesap sorar. İyi bir ev kadını olmak eşini rahat ettirmek için bütün işler anne tarafından öğretiliyor. Anne kızının dürüst, ahlaklı ve eşine hizmet etmesi doğrultusunda daha küçükten başlayarak yetiştirliyor. “ Sakın sokağa çıktığında erkeklere bakma, başını öne eğ, tanımadığın erkeğe selam verme ve konuşma!
Erkeğin önünden geçme, yolunu kesme . Erkek kardeşi olan kız arkadaşını ziyaret etme ! Misafir geldiğinde bütün yeteneklerini, iyi ve namuslu bir kız olduğunu göster, çay getir, bulaşık,çamaşır, , yemek yapma ve bulaşık yıkama işlerinde anneye yardım et vs.”
Cins ayırımı daha küçük aileden 3 ailede başlıyor. Erkek daha özgür karar verme yetkisine sahipken, kız çocuğu büyüdükçe hareket alanı her geçen gün daralıyor ve herşey cinselliğini korumaya bağlanıyor. Yalnız başına gezmesine sokağa çıkmasına, giyinmesine vb. dair birçok yasaklar uygulanmaya konulur. Baba yoksa erkek kardeş, oda yoksa amca, amca çocukları sorumlu, onlara sormadan dışarıya çıkması, konuşması yasaktır kadının. Özgürlük alanı ev işleri için oldukça geniş, toplumsal ilişkilerde ise bir o kadar dar ve sınırlı. Böylece kadın erkek eşitsizliği, burjuva toplumunun en küçük birimi olan aile içende başlayıp tüm toplama halklar halinde yayılarak bütün çıplaklığıyla yaşanır. Bu eşitsizliği, ilerici, devrimci, sosyalist ve hatta komünist olarak gören aile yaşamlarında da görmek zor değil. Böylece köhnemiş emperyalist kapitlaist dünya’yı değiştirme iddiasında olan devrimci ve sosyalist geçinen erkeklerin önemli bir bölümü, aslında toplumu değiştirmeden önce yapmakla yükümlü oldukları aileyi devrimcileştirme gücüne ve yetisine sahip değillerdir. Bu aynı zamanda kapitalist dünyayı değiştirme iddiasında olan devrimci birinin ne kadar ideoloji ve politik duruşuyla uyum içinde olduğunu gösterir. Yani ‘devrimci’ aile içinde de, burjuva erkek egemen değerler kesintisizce devam ediyor. Sözde rahatsız olsalar da, pratik yaşamda memnunlar ‘ devimci ’ görünen erkekler.
Böylece biz kadınlar savaşı daha baştan kaybediyoruz. Peki, bu bir kader mi? Asla. Yüz yıllardır devam eden kadınların bu kölelik ve ikinci insan görülme konumları tarihin bir çok dönemlerinde mücadele sonucu değişime uğramış ve kadınların eşitliği ve özgürlüğü savaşımı bakımında önemli kazanımlar elde etmiştir. Emekçi kadınlar, toplumsal üretim içindeki tutukları yer, bilinçlenip ve örgütlendiğinde, kendi güç ve yeteneğini kavradığında, makus kaderini değiştirmede hiç de zorlanmayacağı bilinmelidir. Elbette bunun için kadınların kendi güçlerinin tanımları ve edilgen ve kendilerine dayatılan kadercilik ve boyun eğiciliği devrimci bilincin ışığıyla parçalayıp kalıpları kırıp geçmeleri gerekiyor.
Dahası, kadınlar zorlu kavga içinde oldukları bilinci içinde hareket ederek aile içinde kendisini var etmesinden, kurulu kapitalist düzene karşı mücadele etmeye kadar kavgayı bir çok cepheden sürdürmelidir. Bunun içinde toplumsal mücadele ve aile içinde devrimcileşme de kadınlara daha çok görev ve sorumluluk düşüyor. Bu görevleri yerine getirmek için kadın öncelikle, üreten yaratan, iradesini kullanan sorumlulukları yerine getirmek için dövüşen devrimci özgür bir kadın olmalı,kendisini örgütleyip değiştirerek etrafını değiştirmeye asılmalıdır. Ancak böylesi bir yolda ilerlediği durumda, kadın insan olmanın zor ama onurlu gereklerini yerine getirmiş ve özgürleşme yolunda kavgayı ileriye taşımış olur.
VE TANRI KADINI YARATTI....
Tanrı kadını yaratmaya başladığında zaten altı saatten fazla mesai yapmaktaydı.
Bir melek geldi ve sordu:"Bununla neden bu kadar zaman harcıyorsun ki "
Tanrı cevap verdi: "Data verilerine baktın mı sen??? Bir kere tamamen yıkanabilir olmalı, ama hiç bir parça plastik değil, değiştirilebilir 200 den fazla oynar parçası olacak ve vücudu gerektiğinde diyetkola ve krik-kraklarla beslendiği halde bile çalışabilecek. Kucağında dört çocuğun ayni anda oturabilecekleri kadar yer olacak, öpüşü herşeyi iyi etmeye kadir olmalı - çizilmiş bir dizkapağından kırık bir kalbe kadar - ve bütün bunları da yalnızca iki elini kullanarak yapacak."
Melek bu kadar talimata şaşırıp kaldı:
"Yalnızca iki el mi!? Ve bu da 'Standart bir Model de' Bu bir günde üstesinden gelebileceğin bir iş değil. Bekle, yarın bitirirsin."
"Hayır, beklemiyeceğim" diye itiraz etti tanrı. "Bu kreasyonu çok sevdim ve bitirmeme de çok az kaldı. Hatta şimdiden kendi kendisini iyileştirebiliyor ve günde ONSEKİZ saat çalışabiliyor"
Melek biraz yaklaştı ve kadına dokundu,
"Ama onu ne kadar yumuşak yapmışsın, tanrı!"
"O yumuşaktır" diye onayladı tanrı, "ama onu sert'te yaptım. Nelere katlanabileceğini nelerle başetmesi gerektiğini aklına hayaline bile getiremezsin."
"Düşünnme kabiliyeti olacak mı?", diye sordu melek.
Tanrı cevap verdi,"Yalnız düşünmek değil, müzakere edebilecek,
karar verebilecek... bir erkekten bile çok daha iyi."
Meleğin bir şey dikkatini çekti, elini uzattı ve kadının yanağına dokundu.
"Oooo, sanırım bu modelde su kaçıran bir yer unutmuşsun. Dedim sana
bu kadar işin bir günde üstesinden gelinmez diye."
"Bu su kaçıran bir yer değil" diye düzeltti tanrı, "bu bir gözyaşı!"
"Gözyaşı ne işe yarıyor?" diye sordu melek.
Tanrı cevap verdi: "Gözyaşı kadının acısını, dertlerini, hayal kırıklıklarını, sevgisini, yalnızlığını, endişelerini ve gururunu ifade edebilmesi içindir."
Melek çok duygulandı.: "Tanrı sen bir dahisin. Her şeyi düşünmüşsün. Kadınlar hakikaten hayret edilecek bir varlık olmuş."
"Evet, kadınlar öyledirler. Kadınların kuvveti ve kabileyetleri erkekleri hayrete düşürmektir."
Onlar her türlü çaresizliğe ve baskıya dayanıklıdırlar, fakat sevinci, sevgiyi ve saadeti de içlerinde barındırırlar. Avaz avaz bağırmak istedikleri vakit gülümserler. Ağlamak istediklerinde şarkılar söylerler. Mutlu olduklarında ağlarlar ve kızgınlıklarında gülümserler. İnandıkları şey uğruna savaşırlar. Haksızlıklara baş kaldırırlar. "Hayır"ı kabul etmezler, eğer bunun yerine başka daha iyi bir cevap verilebiliyorsa. Korkan bir arkadaşı doktora götürürler. Ve koşulsuz severler.
Çocukları inanılmaz başarılara ulaşınca ağlarlar ve dostları mükafatlandırılınca taşkınca neşelenirler. Bir doğum ya da bir evlilik haberi onları sonsuz sevindirir. Bir dostları öldüğünde kalpleri çıt diye kırılır. Bir aile ferdinin kaybolmasına üzülürler. Hiç bir çıkış yolu olmadığını bildikleri halde yine de kuvvetlidirler ve cesaretlerinden bir şey kaybetmezler. Ve bir öpücüğün ve bir sarılışın kırık bir kalbi hemen iyileştirebileceğini bilirler
Her boyda, renkte ve şekilde kadın vardır. Seni ne kadar düşündüklerini sana gösterebilmek için sana doğru yürürler, koşarlar, uçarlar. Kadının kalbi dünyayı güzel ve yaşanabilir bir yer yapar. Onlar sevinç, neşe, sevgi ve ümidi beraberlerinde getirirler. Duygusaldırlar ve idealleri vardır.
Daima dostlarının ve ailelerinin yanındadırlar ve onlara sürekli manevi destek sağlarlar. Kadınların söyleyecek çok önemli şeyleri vardır ve her şeyi vermek üzere yapılmışlardır.
Neyse ... eğer kadınların bir tek kusuru varsa o da ne kadar kıymetli olduklarını unutmuş olmaları...
kızların terketme yöntemleri...
babam duymuş
-ee duysun daha iyiya askım şimdiden tanısın
-olmazz bidaha dısarı cıkamam
....
-artık beni sevmedigini hissediyorum bilirsin kızların hisleri kuvvetlidir
-yaa ne alakası varr ben seni halaa seviyorum deliler gibi
-hayır sevmiyosun ben hissederim
-ilk karsılastıgımız gibi degilsin önceden benim peşimde koşardın eve kadar
gelirdin şimdi noldu ayrılmalıyız demekki bişeler öldü
-ulan ozaman kabulet diye kosuyoduk şimdi elde ettik(mırıldanır)
-bişeymi dedin
-hayır aşkımm yine gelirim bırakmaya tamam
-hayır hayır biraz değerimi anlarsın
-sen eskidi gibi bakmıyosun bana
-nası bakıyodum aşkım şaşımı
-yok yok bitti herşey
-yaa neden ayrılıyoz durup dururken nldukkiii
-ayrılmalıyız annem dedi
-haydaaaaaaaa
-bak ayrılalım ben senin iyiliğin icin istiyorum benii kaldıramazsın
hayır hayır evimin kadını cocuklarımın anası olacaksın bırakmamm
-ayrılmalıyız
-yine noldu yaaaaaaw
-iştee bugun içimden öyle geldi
-hadiyaaa ben sana içimden geçenleri yapsam varyaaa ayrılamayız
-hönnkk ne dedinn
-yok bişe tamamm senin dedigin olsun
Gece attığınız son çağrınıza 1 yada max.2 saat içinde cewap gelmezse,
Yine ısrarla cevap istediğiniz son mesajınızada cevap gelmezse,
Sabah ilk çağrınıza yine 1-2 saat içinde karşılık alamıyorsanız, Ev
telefonunuzdan cep.tel.ini aradığınız zaman telefon açılmıyorsa
anlayınki yine terkediliyorsunuz!!!
herzamanki gibi normal,sıradan bi olaya artık farklı tepkiler veriyosa,
en ufak bişede çileden çıkıyosa,
sana karşı artık sabırlı ve sevecen davranmıyosa
buluşmaları telefon konuşmalarını mesajlaşmaları aksatıyosa artık anlayın terkedilmeye başladınız
Kadın Tanımı
Pakize Suda'nın Hürriyetteki köşesinden,
Bütün kadınlar birbirlerini rakip olarak görürler. Birbirlerini kıskanmaları için aynı meslekten olmalarıyla da menfaatlerinin çatışması falan şart değildir. Ortalıkta kendilerinden başka kadınların da dolaşıyor olması, kıskanmaları için yeterli bir sebeptir. Yolu kadınların görev yaptığı bir yere, örneğin bir banka şubesine düşen bir kadın, gördüğü muameleden bunu şıp diye anlayabilir. Bütün kadınların mutlaka koşulacak şartları vardır. 'Seninle evlenirim ama...', 'dediğini yaparım ama... 'Nedense bütün aşk şiirleri, en duygulu şarkı sözleri hep erkekler tarafından yazılmıştır. Çok duygulu oldukları söylenen kadınların bu sırada ne yaptıkları merak konusudur. Bence kadınlar o sırada diğer kadınları incelemekle meşguldürler.'ne giymiş, ne takmış, benden güzel mi? Vs
Erkekler (eğer ruh hastası değillerse) eşlerini çok yakın arkadaşlarından, akrabalarından, yani olur olmaz herkesten kıskanmazlar. Oysa kadınlar, hiç ayrım yapmaksızın, ömür boyunca, istisnasız her dişiden kıskanırlar kocalarını. Kendisinden 30 yaş büyük bir kadınla, sırf parası için evlenen pek az erkek vardır. Buna karşılık etraf, babası, hatta dedesi yaşında, ama mutlaka zengin erkeklere aşık olan (!) kadınlarla doludur. Hiçbir kadın çalıştığı yerde üstünün kadın olmasını istemez. Vallahi bunu ben söylemiyorum, anketler öyle diyor.
Erkekler kadınlardan ilgi, şefkat, sevgi dışında pek bir şey beklemezler. Kadınlara bunlar asla yetmez, ilave olarak iki bilezik, bir yüzük gerekir çoğu zaman. Gelin-kaynana çekişmesinin fıkralara geçtiği ülkemizde hiç damat-kayınpeder çekişmesine tanık oldunuz mu? 'Elti gemisi yürümez' diye bir söz vardır da neden bacanaklar için söylenmiş benzer bir laf yoktur?
Evli kadınla ilişkiye giren çok az erkek vardır. Buna karşılık evli erkekle hiç düşünmeden ilişkiye giren kadın sayısı benim bildiğim, gördüğüm, duyduğum kadarıyla bir hayli kabarıktır.
Erkekler bir araya geldiklerinde işten, politikadan, futboldan bahsederler genellikle. Kadınlar bir araya geldiğinde ise vay o anda orada olmayan diğer kadınların haline!
Eşlerinden, 'yorgunum', 'Başım ağrıyor' bahanesiyle mümkün olduğunca kaçan kadınlar, ortaya ikinci bir kadın çıktığı zaman aniden kocalarını çok sevdiklerini (!) fark ederler. Kocası tarafından aldatılan kadınlar genellikle boşanmak yerine, bir çocuk daha yapmayı tercih ederler. Tersi durumda ise erkekler kadınlar kadar akıllı olmadıkları için bunu gurur meselesi yapar ve kadını hemen boşamaya kalkarlar.
Kadınlar evde akşama kadar istedikleri gibi yaşarlar. Ne karışanları ne de görüşenleri vardır. Erkeklerin akşamdan akşama geldikleri evlerinde pek de özgür oldukları söylenemez. Kendilerine durmadan oraya oturmaması, sigarasının külüne dikkat etmesi, ayakkabısını çıkarması hatırlatılır. Kadınlar akşama kadar kocalarının bilgisi dışında istedikleri arkadaşlarını misafir ederler. Oysa hiçbir erkek karısından izin almadan eve bir erkek arkadaşını getiremez. Hatta izin alarak bile. Kadınlar her istediklerinde eşlerinden izin almadan annelerini ziyaret edebilirler. Erkekler ne haberli, ne habersiz, yanlarında eşleri olmadan asla annelerine uğrayamazlar.
Kadınlar bütün ilişkilerinde hesap kitap içindedirler. Asla şeffaf değildirler. Hoşlanırlar, hoşlanmaz gibi davranırlar, isterler, istemez gibi yaparlar. Eşleriyle sorunlarını çözmede bedenlerini silah olarak kullananlar bile vardır.
Vücutlarını göstermeye bayılırlar. Açık, dar, şeffaf, kısa giyerler. Sonra da 'neden bakıyorsunuz? diye sinirlenirler. Aslında amaçları baktırmaktır, ama bunu asla kabul etmezler. özgürlükten, rahatlıktan, medeniyetten falan söz ederler. Nereden biliyorsun, derseniz ben de kadınım oradan biliyorum.
NOT: istisnalar kaideyi bozmaz.
(Bence de bunu okuyan bütün kadınlar kendini istisna olarak kabul edecektir.)
Fadime Göktepe: Metinler ölmesin diye...
"Evde oturmak çözüm değil. Ben eylemlere gitmeseydim, bağırmasaydım, sokağa çıkmasaydım ne olurdu? Ağlardım. Ağla ağla biter mi bela? Mücadele edecek, bağıracaksın. Hem de kararlı olacaksın. Kadınların görevi çok. Bana ne demekle olmaz!"
Rojda İldan / Yeni Evrensel
O, evindeki son ekmeği kapısına gelen komşusuyla paylaşan, bir gencin gözü önünde öldürülmesiyle susmamak gerektiğinin farkına varan, ağlamak yerine öfkeyi çığırmak gerektiğini söyleyen bir kadın. O, cezaevlerindeki, eylemlerdeki, okullardaki bütün çocukları, kendisinin kabul eden, hepimizin anası, Fadime Göktepe. Fadime Ana, "Zam yapılıyorsa mücadele etmezsen, adam öldürülüyorsa mücadele etmezsen, gecekondun yıkılıyorsa etmezsen, elektiriğin kesiliyor da etmezsen, insanlar yanıyor da etmezsen ne olur? Evde oturmak çözüm değil" diyerek herkesi yanına çağırıyor.
15 yaşında gelin gitti
Bundan 67 yıl önce yıldızlı, çimenli, çiçekli bir memlekette, Erzincan'da doğdu Fadime Ana, 15 yaşında evlendirilmesiyle de Sivas'a gelin gitti. Fadime Ana, görücü usulüyle evlendi. Kocasını evlenmeden önce bir kez gördü. "İstemişler, vermişler. Ben desem olmaz neye yarar?" diyen Fadime Ana, eşinin 'dede' olduğunu belirtiyor. "Önce bir kere daha istemişlerdi, yaşım küçük diye vermemişlerdi o zaman. İkinci kez geldiklerinde büyümüştüm, verdiler" diye anlatan Fadime Ana, evliliği süresince mutlu olduğunu belirtiyor. "Çok iyi biriydi. Herkes onu severdi" diyerek anlattığı ve tanıdıkça sevdiği eşiyle on yıllarını geçiren Fadime Ana'nın, ikisi kız sekiz çocuğu var. Onu, "İstanbul'a getiren de, mücadelenin içine atan da çocukları" zaten.
İstanbul'u hiç sevmedim
Fadime Ana, çocukları bir bir İstanbul'a gelmeye başlayınca, dayanamayıp onların ardından gelmiş. "Kenan Evren'in başa geçtiği zamandı" diyen Fadime Ana, İstanbul deyince "Hiç sevmedim" diyor. Şehir havası, suyu, toprağı bunda etkili elbette. Ama bir de sıkıntılar var çekilen. "Köyde her şeyimiz dolu dolu vardı. Ne yağımız biterdi, ne peynirimiz, ne de unumuz. İstanbul'da öyle değil. Şimdiki gibi Ecevit zamanıydı. Kuyrukta akşama kadar beklerdik ki iki yağ alalım" diyen Fadime Ana'nın darbe yıllarında gördükleri de İstanbul'u sevmesini engelliyor. Şehre geldiği ilk zamanlarda bir insanı öldürülürken görmek Fadime Ana'ya dokunuyor. Fadime Ana o günleri şöyle anlatıyor: "Kenan Evren geldiği zaman biz Yüzyıl'da oturuyorduk. Silahlar, bombalar patladı. Savaş gibi birşey çıktı yani. O kadar ki kötü. Biz tavana çıktık, baktık. Bir çocuğu öldürdüler. Ölüyü sonra yere koydular. Gelen vurdu geçen vurdu. O zaman polis yoktu, asker vardı."
'Yaşa annem, daha çok bağır'
Köyde, şehirde, elindeki tek ekmeğini, son buğdayını bile komşusuyla paylaşmaktan çekinmeyen Fadime Ana'nın içindeki mücadele tohumları o zamandan atılıyor. "Bir insan gözünün önünde öldürülsün, ölüsü çiğnensin, sen nasıl buna tepki duymazsın? Nasıl durursun, ben duramam" diyen Fadime Ana, kırkından sonra durmadan ilerleyen yaşamını ve oğlu Metin Göktepe'nin bundaki rolünü anılarıyla dile getiriyor. İlk slogan attığı günü "Metin her yere giderdi, ben kızardım 'Niye gidiyorsun?' diye. O da kızardı. 'Ana, sen niye oturuyorsun, o kadar kocakarılar geliyor sen hiç gelmiyorsun' diye. Bir kere Pir Sultan'ın şenliğine gittim, Metin götürdü. Bağırıyordu bütün millet. Ben de bağırdım. Metin bağırdı, 'Yaşa annem, daha çok bağır' diye. Çok güldüm o gün" diye anlatıyor.
Metinler ölmesin diye
Fadime Ana ilk kez bağırdıktan sonra hiç durmuyor. "Öyle şeyler olurdu. Ben çok üzülürdüm. Böyle paylaşmayı, bölüşmeyi seven insanlara, gencecik fidanlara kıyılırdı, ağlardım. Ama ondan sonra oturmamak lazım geldiğini anladım" diyen Fadime Ana, "Metin'den önce de çok eyleme gittim, yine polis kovalardı, millet kaçardı, ama Metin'den sonra hiç ama hiç oturmadım" diyor. Bunun nedenini ise "Metin'den sonra daha bir azim geldi bana. Öfkemi dindiremedim, hiç evde durmak istemedim, gideyim bağırayım istedim hep. Ben mücadeleye girdim. Metin öldü, daha Metinler ölmesin dedim. Bu yüzden sokaklara çıktım, oturmadım" diyerek açıklıyor.
Adım adım da olsa...
Metin Göktepe'nin 8 Ocak 1996'da öldürülmesinin ardından o dava senin bu dava benim, o eylem senin bu eylem benim sürekli dolaşan Fadime Ana'nın yüreği bugünlerde yine ezik. Nedeni cezaevleri. "Başım ağrıyor, romatizma var, tansiyon var, kalp büyümesi var. Ama bir kolumdan tutan olsa adım adım da olsa giderim o anaların yanına. Benim canım gidiyor evde. Ben de gitsem, bağırsam öfkemi diyorum" diyen Fadime Ana, cezaevinde onlarca insanın ölümüne neden olan operasyonları değerlendirirken iki şeyi hatırlıyor. Birincisi Metin Göktepe'nin Bayrampaşa Cezaevi'nde kaldığı günler: "Metin'in iki ay Bayrampaşa Cezaevi'nde kalmıştı. Bir ceket götürdüm, lacivertti. Cebinde tek bir sigara vardı. O sigarayı didik didik ettiler, dedim 'Niye bu sigarayı böyle yapıyorsunuz?', 'Belki içine birşey koymuşsundur' dediler, almadılar. Ceketin rengi lacivertti, onu da 'Almayacağız' dediler. Bir sigarayı didik didik ettiler. Peki bu silahlar nasıl giriyor. Kimin eli var içinde. O bilmiyor, bu bilmiyor, kim biliyor. Devlet mahsus bunu bilmiyor." İkincisi ise Ecevit: "O çıktığında biz hepimiz Karaoğlan derdik. Karaoğlan değilmiş, kara yılanmış."
'Ağlamakla biter mi bela'
"Diyorlar ki hep daha iyisi gelecek. Bir türlü daha iyisini görmedik biz. Sürekli daha kötüsü, daha katili geliyor başa" diyen Fadime Ana, emekçilerin sefalete mahkum edilmeye çalışılmasından şikayet ederek "Sabah kalk zam, akşam yat zam. Haftada bir tüpe zam. Hiç bu insanlar ne yapacak diye düşünmüyorlar mı? 200 milyonla 300 milyonla geçinilmez bu devirde. Asgari ücret ne kadar? Çocuk okula gidiyor, ayakkabısı, beslenmesi, önlüğü var zaten. Bir de katkı istiyorlar. Emekçilerin çocuğu ne yapsın? İnsanlar nasıl yaşasın? Ekmek parası, pazar parası, elektrik parası, su parası, parası da parası. Zam, zam, zam! Başka birşey olmuyor, bu devlet hiç iyi bir şey yapmıyor" diyor.
Bu sorunların hiçbirini birbirinden ayırmadığını "Bunları yapanlar aynı" diyerek anlatan Fadime Ana, ölene kadar sönmeyecek olan mücadele azmiyle, ekmeklerini küçülttürmemek, çocuklarını öldürtmemek için kadınlara çağrı yapıyor: "Çocukları öldürenler de zammı yapanlar da aynı. Zam yapılıyorsa mücadele etmezsen, adam öldürülüyorsa mücadele etmezsen, gecekondun yıkılıyorsa etmezsen, elektiriğin kesiliyor da etmezsen, insanlar yanıyor da etmezsen ne olur? Hiç yaşayamazsın. Evde oturmak çözüm değil. Ben eylemlere gitmeseydim, bağırmasaydım, sokağa çıkmasaydım ne olurdu? Ağlardım. Ağla ağla biter mi bela? Mücadele edecek, bağıracaksın. Hem de kararlı olacaksın. Kadınların görevi çok. Bana ne demekle olmaz. Hayat daha da kötü olur."
Ülkemizde Kadınların dörtte biri çalışıyor
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ''İnsanlarımızın dörtte birini iş ortamından uzak tutarak küresel rekabette var olmaya çalışıyoruz'' dedi. İzmir'in Lider Kadınları Projesi'nin Ege Bölgesi Sanayi Odası'nda (EBSO) düzenlenen kapanış toplantısına TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu'nun yanı sıra İzmir Vali Yardımcısı Haluk Tunçsu, Eski Devlet Bakanı Işılay Saygın, İzmir Ticaret Odası Meclis Başkanı Necip Kalkan, İzmir Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Zekeriya Mutlu, EBSO Meclis Başkanı Ender Yorgancılar ve EBSO Yönetim Kurulu Başkanı Tamer Taşkın da katıldı. 'KADINSIZ AB ÜYELİĞİ OLMAZ'
Hisarcıklıoğlu yaptığı konuşmada, Türkiye'de kadınların yalnızca dörtte birinin çalışma hayatında yer aldığını belirterek, ''Tek kolumuz bağlı şekilde ringe çıkıp mücadele etmeye çalışıyoruz. İnsanlarımızın dörtte birini iş ortamından uzak tutarak, küresel rekabette var olmaya çalışıyoruz. Böylesine bir insan kaynağı israfına göz yumacak lüksümüz yok'' dedi. Kadınların özellikle eğitim seviyelerinin yetersiz oluşu, onların ekonomik hayata katılımlarının önündeki en büyük engellerden biri olduğunu ifade eden Hisarcıklıoğlu, verilerin eğitim düzeyi ne kadar düşükse kadınların iş gücüne katılma olanaklarının o kadar azaldığını gösterdiğini kaydetti. Hisarcıklıoğlu, şöyle devam etti: "Kadınlarımızın eğitimi, istihdamı ve toplum hayatı içindeki yeri konusunda ilerleme sağlayamadığımız takdirde, sadece ekonomik hedefleri tutturarak AB'nin bir parçası olmayı beklemeyelim, bu olmayacaktır. Gelişmişliğin hangi tanımı kullanırsak kullanalım kadınlarını toplum hayatına, üretim süreçlerine sokamamış bir topluma 'gelişmiş' diyemeyiz.''
Ah şu kadınlar : ) >> Kadınlar kadınlar kadınlar
güzel, bakımlı ve alımlıdırlar: (evlenmeden önce)
Yaratıcılıkta sınır tanımazlar : ( özellikle tüketim kaynaklarının maksimum kullanımı ve yeni kaynaklar bulma konusunda.)
Ilımlı, sevecen ve hoşgörülüdürler: (arkadaş toplantısına gitmeden önce yeni bir elbise ya da paraya ihtiyaç duyduklarında)
İş hayatında başarılıdırlar: (bankada kendi adlarına hesapları olduğunda)
Ev işlerinde pek hamarattırlar: (annelerinin ziyaretinden önce)Çocukları çok severler: (boşanma aşamasına geldiklerinde)
Duygusaldırlar: (gözyaşının bir erkek üzerindeki etkisini iyi bilirler)
Hiç yaşlanmazlar: (40. evlilik yıldönümünde bile 37 yaşında kalmayı başarabilmiş tek canlı türüdür)
Çok dikkatli ve titizdirler: (ceketinize yapışmış bir kılı bile anında fark ederler mesela bir kadın saçı : ) )
Fedakârdırlar: (ailesi için en iyisini bulmak uğruna bir alış veriş merkezinde saatlerce kalabilirler)
İradelerine çok hâkimdirler: (her pazartesi sabahı diyete başlayıp, öğleden sonraya kadar devam edebilirler)
Çok sessiz ve mahcupturlar: (kredi kartı hesap özeti geldiğinde)
Her zaman her şeye hazırdırlar: (sizin ihtiyaç duyduğunuz zamanlar dışında)
Çok pratiktirler: (acil servise giderken bile hazırlanmaları 2 saat sürmez)
Sağlam hafızaya sahiptirler: (40 yıl sonra bile hangi doğum gününde hediye almadığınızı bilirler
Bir dünyadır kadınlar bir hayattır bir sevgi kaynağıdır kadınlar
Bütün gel-gitleri, kaprisleri, küçük şımarıklıkları, korkuları, şaşkınlıkları, hercailikleri, hayal kırıklıkları, aşkları, terk edilişleri, başarıları, başarısızlıkları, kurnazlıkları, saflıkları, çocuk ağızları, şirinlikleri, küçük yalanları, büyük itirafları, kocaman yürekleri ile kendi olmaya çalışan kadınları tanımak…
Bir kadını sevmekle baslar her şey ama, bir kadını tanımakla varılır hayatın sırrına. Bir kadını tanımaya soyunmak zor ama keyifli bir yolculuğa çıkmaktır. Dört mevsimi bir yürekte buluşturur, bu yüzden de sürekli şaşırtırlar. Sürprizlerin ardı arkası kesilmez. Zordur anlamak onları. Benzemek gerekir anlayabilmek için belki de! Kendi zekasını hatırlatanları sever, sevgisini göstermekten ürkmeyenleri, sürprizlere hazırlıklı olanları bir de. Muson yağmurları gibi yağarken, Sahra’ da çöl fırtınası koparıp ardından güneş olup ısıtabilirler. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen…
Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını tanımakla anlaşılır, hayatın
sırrına ancak aşkla varılacağına. Sevgi arsızıdır kadın. Verdiğinden daha
fazlasını isteme bencilliğini gösterecek kadar sevgi arsızı… Bu yanını doyurunca şımaracağından korkanlar, birlikte çoğalacaklarını bilmeyenlerdir. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama, bir kadını tanımakla kanat çırpılır özgürlüğün bütün maviliklerine. Kendine inananlara, aşka inananlara koşar. Hem yaman bir aşk avcısı, hem de
engebeli yollarda koşmaktan bitap aşk yorgunudur kadın. Bir kadını sevmekle baslar her şey ama bir kadını tanımakla çıkılır keyifli serüvenlere. Hayatla dalga geçmesini bilir kadın, tıpkı kendiyle dalga geçmesini bildiği gibi. Ağız dolusu gülüşlere teslim olur. Bir kadını sevmekle başlar her şey ama bir kadını tanımakla tanık olunur
tutkuların gücüne. Göze alandır kadın. Çekip gitmeyi, sahip olduklarından
vazgeçmeyi, karşılık beklememeyi…
Mücadele eder, kızar, bağırır ama hep sever. Dedim ya bir dünyadır kadınlar, yürekleriyle konuşan, gözleriyle gülen… Yüreğini sevgiye açan ve sevmekten korkmayan bütün kadınlar gibi… Şimdi bir düşünün, kaç kadını değil bir kadını tanıyabildiniz mi bugüne değin? ? ?
Tanrı, kadınlara geçmişi ve geleceği, erkeklere ise yaşadığı günü armağan etti, kadınlar geniş bir zamana yayıldıkları için huzursuz, erkekler daracık bir zamana sıkıştıkları için anlayışsız olurlar.
Ahmet Altan
ZEKI VE HAZIRCEVAP KADINLARA SAYGILARIMLA……..
KARI & KOCA
Bir cift hic konusmadan arabayla yolda gitmekteydi. Daha onceki bir tartisma munakasaya donusmustu ve hicbiri teslim olmak istemiyordu. Keci, katir ve domuzlarla dolu bir ciftligin yanindan gecerken koca, alayci bir bicimde sorar: 'Akrabalarin mi?'
Karisi 'Evet' diye cevap verir ve ekler, 'Senin taraftan akrabalarim'
KELIMELER
Kocasi karisina kadinlarin bir gunde kac kelime kullandigina dair bir makale okuyordu... 'Erkeklerin 15,000 kelimesine karsilik 30,000 kelime'
Karisi yanitladi: 'Sebebi erkeklere her seyi tekrar etmek zorunda olmamizdir.'
Kocasi karisina dondu ve sordu: 'Efendim?'
YARADILIS
Bir gun bir adam karisina sordu: 'Ayni zamanda nasil hem bu kadar salak, hem de bu kadar guzel olabildigini anlamiyorum.'
Karisi yanitladi: Allah beni sen cekici bul diye cok guzel yaratti; Allah beni seni cekici bulayim diye cok salak yaratti!'
KONUSMAMA CEZASI
Bir kari koca evde problemler yasamaktaydi ve birbirlerine konusmama cezasi uygulamaktaydi. Aniden adam ertesi gun karisinin kendisini sabah 5:00 da is icin bir ucusu oldugundan uyandirmasi gerektigini hatirladi. Sessizligi ilk bozan ve kaybeden kendisi olmamak icin, bir kagidin uzerine 'Lutfen beni sabah 5:00 da uyandir.' yazdi ve notu karisinin bulabilecegi bir yere birakti. Ertesi sabah, adam uyandi ancak saatin 9:00 oldugunu ve ucusu kacirdigini fark etti. Cok kizdi, tam karisinin onu neden uyandirmadigini soracakken yatagin yaninda bir parca kagit buldu. Kagitta 'Saat 5:00 uyan' yazmaktaydi.
Erkekler bu tip yarismalar icin yeterli donanima sahip degiller (Istisnalar Haric) Allah erkegi kadindan once yaratmis olabilir, ancak saheserden once her zaman bir kabataslak vardir.
~~~~~~~~~~~~
Erkekler nelere kızar erkekleri sinir etmenin yolları
. Ilk önce askinizi ilan edin; onu da kendinize asik edin; sonra bir yanlislik oldugunu söyleyip geri çekilin.
2. Ilk önce, “ömrümün sonuna dek seninim” deyip kendinize baglayin. Daha sonra “Ask, sürdügü müddetçe ebedidir” deyin. Bu, onu cin çarpmisa çevirecektir.
3. gabriel garcia Marquez`in Kolera Zamani Ask`ini okumasini coskuyla salik verin ve romandaki kahramanin 51 yil askini beklemesi gibi bir davranis sergilemesini ondan da umdugunuzu ima edin.
4. Kontrolün kimde oldugunu göstermek için, onun telefonlarina ve e-posta mesajlarina - verecekseniz bile - hep geç cevap verin.
5. Telefon ettiginizde de, kendinizi odadaki kisiyle konusmayi kesmek zorunda hissetmeyin. Birakin, telefondaki erkek arkadasiniz beklesin ve konusmanizin yalnizca sizin tarafini dinlemek zorunda kalsin.
6. `Yanlislikla` özel notlarini okuyun, sonra hesap sorun.
7. Eski erkek arkadasiniza iletmeniz gereken bir mesaji yanlislikla onun telesekreterine birakin.
8. Evini ziyaret ettiginizde telefon çalarsa, suçlar bir biçimde “Hmm, bu da kim olabilir?” diye dudak bükün.
9. Randevulara 15 dakika geç gitmeyi adet haline getirin. Bir gün, hakli sebepten de olsa geç kaldiginda küplere binin.
10. Hatta randevulara hiç gitmeyin. Sözlerinizin hiç birini tutmayin.
11. Sizi kentin en pahali restoranlarindan birine götürmesini saglayin; yemek gelince de yüksek sesle porsiyonlarin küçüklügünden yakinin. Ya da kitliktan çikmis gibi yiyin.
12. Evinizin en göze çarpan kösesine eski erkek arkadasinizin çerçeveli resmini asin.
13. Yatak yapmayi, ütülemeyi, yemek pisirmeyi, temizlik yapmayi bilmemezlikten gelin.
14. Ilk öpüstügünüzde dilinizi bogazina kadar sokun.
15. Izinizi birakin: boynunun görülebilecek bir yerini Isirin.
16. O evinden bir baska yere tasinirken, münasip bir biçimde tatile çikin.
17. Bir baska erkek arkadasiniz oldugunu söylemeyi unutuvermis olun.
18. önu is yerinde ziyarete gittiginizde, amiri ya da daha iyisi memuru ile kesisin.
19. Arkadaslarinin yaninda küçük düsürün.
20. Annesini elestirin. Ebeveynini ziyerete gittiginizde, onun hiç sevmedigi elbisenizi bilhassa giyin. En yakin akrabalarinin, kardesinin falan adini unutun.
21. Sözüm ona size hediye aldigi ütü, ekmek kizartma makinesi, mikser gibi ev esyalarini yilbasinda annesine hediye edin.
22. En sevdigi dostunu sürekli elestirin.
23. Verecegi partiden önce en ilgisiz konuda kavga çikarin ve bütün gece suratinizi asin.
24. Gideceginiz partide kravat takma mecburiyeti oldugunu söylemeyin.
25. O arabayi sürerken sürekli karisin; arabanin orasina burasina tutunun; frene basiyormus gibi yapin.
26. Siz arabayi kullanirken, kaybolsaniz bile durup yön sormayi reddedin.
27. Film seyrederken elini tutmayin.
28. Esprilerine gülmeyin.
29. Michelle Pfeiffer`i begendiginde hakarete ugramis gibi bozulun; Daniel Day-Lewis`i seyrederken kendinizden geçin, alkislayin.
30. Eski kiz arkadaslariyla dalga geçin.
31. Aska hazirlik safhasinda, anatomisinin asagi kisimlarinda rastgele bir seyi tutun ve “Bu mu?!” diye sorun.
32. Sevisirken onun adi hariç, kendinizinki dahil herhangi bir ad haykirin.
34. Uyumak istediginde, okumasaniz da gece lambasini açik tutun.
35. Uyurken kol ve bacaklarinizla ahtapot gibi ona sarilin ki sabaha kadar bütün vücudu uyusmus olsun.
36. Çalar saatin sizin tarafinizda olmasinda Israr edin ama çaldiginda, erisemeyecegini bilerek, uyumayi sürdürün.
37. Her gece, o, yataga girmenizi beklerken cilt bakiminizi son kerte yavas yapin; çantanizi bastan düzeltin; bozuk paralari etajerin üzerine büyük bir itina ile yavas yavas dizin. Sonra, yosunlu maskeyle yatin.
38. Iliskinizi, gelecek kusaklar için görüntüleyin; daha dogal oluyor diye hazirliksizken fotografini çekin.
39. Arkadaslarinizla saatlerce telefonda konusun; sonra o sizinle konusmak istediginde yorgun oldugunuzu, TV seyretmek istediginizi söyleyin.
40. TV seyrederken, uzaktan kumanda ile kanallari durmaksizin degistirerek kivançla el maharetinizi gösterin.
41. Tam gazetesini, dergisini ya da kitabini okumak istediginde TV`yi açip sadece hanimlara hitap eden bir programi seyredin.
42. Ne okudugunu görmek için elinden kitabi alin ve sayfayi kaybedin.
43. O tam gazete okuyacakken, ayaginizi kucagina uzatin ve ovmasini söyleyin.
44. TV`de heyecanla maç seyrederken odaya girip kanali degistirin; “Bu belgeseli kaçiramazsin” deyin.
45. “Meyve yemek ister misin?” diye sorun ve onun kalkip getirmesini bekleyin.
46. O disari yemek almaya giderken aç olmadiginizi söyleyin. Sonra o yerken agzinizin sulari aksin; basinizi yana egip, size de vermek zorunda kalincaya kadar sessizce onu seyredin.
47. Sürekli ovulmak isteyin ama onu ovmak için hiç orali olmayin.
48. O ilk önce ovarsa sizin de onu ovacaginiza söz verin; sonra uyuyakalin.
49. Evlilik lafi edildiginde yüzünüz kireç gibi bembeyaz olsun.
50. Ne konustugunun farkinda olmadigini söyleyin.
51. Konusurken dinlemeyin.
52. Telefonda konusurken esneyin ve o sirada uzandiginizdan rehavet çöktügünü bahane edin.
53. Gününün nasil geçtigini sorun; sözünü kesin ve kendi gününüzü anlatin.
54. Gününün nasil geçtigini sorun; sonra öbür odaya geçin.
55. Gününün nasil geçtigini sormayin.
56. Arkadaslara bir olayi tatli tatli anlatirken ortasinda sözünü kesin ve siz bitirin.
57. Onun her gün biteviye yaptigi olagan bir isi siz yaptiginizda iltifat bekleyin.
58. Sizi sevdiginizi söylediginde bos gözlerle bakin.
59. Her firsatta, “Ben demedim mi?” deyin.
60. Suratinizi asin; “Neyin var canim benim?” diye sordugunda, “Hiç!” deyin.
61. Caninizin bir seye sikildigini bildigini bildiginizi bildiginde bile hala “Hiç!” deyin.
62. Nihayet, “Neyin var canim benim?” demekten vaz geçtiginde kirilin ve artik duygulariniza eskisi kadar önem vermedigi için serzeniste bulunun.
63. çok büyük bir kavgadan sonra hiçbir sey olmamis gibi davranin ve yapmakta oldugunuz video kliple ilgili alakasiz bir soruyu sakince sorun.
64. çumartesi günü hasta yataginda yatarken, arkadaslarinizi davet edin ve iskambil oynayin.
65. Kilo aldiginda, yerçekimsel özürlü oldugunu bilhassa belirtin.
66. Kilo vermek istediginde, eski erkek arkadasinizin egzersiz programini ya da gida rejimini tavsiye edin.
67. Ona, kendi görsel zevkiniz için, en sevdiginiz erkek artistin egzersiz videosunu alin.
68. Yeni saç trasi oldugunda aldirmayin, farkina varmayin.
69. Yeni aldigi elbisenin yakisip yakismadigini sordugunda, gözünüzü TV`den ayirmadan yakistigini söyleyin. Daha sonra baktiginizda, “A, bunu mu giyiyordun?” diye sorun.
70. Ona, `bitirim, son kerte yakisikli` artist ve modellerin sizi hiiiç mi hiç ilgilendirmedigini, hep *onu* tercih ettiginizi gereksiz yere, durup dururken animsatin.
71. Onu, eski erkek arkadasinizla sürekli karsilastirip, “Hayatim, o saçimin daginik kalmasina hiç aldiris etmezdi” gibi bir laf edin.
72. Her yasgününde, ilk verdiginizde çok sevdigi tisörtün hep benzerlerini alin.
73. Onun yasgününde, kendi gitmek istediginiz bir etkinlige bilet alin.
74. Kutlanacak herhangi bir günde, aslinda kendinizin istedigi bir seyi hediye edin.
75. Yasgününde ne istedigini yüzde yüz bildiginiz halde, daha fazla memnun olacagina `emin` oldugunuz bambaska bir seyi alin.
76. Yasgününü unutun; sonra üstünde üzgün bakisli bir enik olan bir kart atin.
77. Yillik tatil için birlikte biriktirdiginiz parayla makyaj malzemesi alin.
78. Evi kendi zevkinize göre yeniden döseyerek ona sürpriz yapin. Baska erkeklerle olan anilarinizi canlandiracak seylerle süsleyin.
79. Taninmayacak hale gelmis esyalari bile bir gün faydasi olur diye atmayin.
80. Içine giremeseniz bile lise yillarindan kalan buluzunuzu giyin ve “öldu!” deyin.
81. Eve kedi almakta Israr edin; basaramazsaniz, evdeki bütün çiçeklere ad koyun.
82. önunla konusacaginiza kedinizle konusun.
83. Köpegi önüne gelene havlamaya ve saldirmaya basladiginda, “Egitilmesi için, artik köpegi okula gönderme zamani geldi” deyin.
84. Mirin kirin ettikten sonra kuru temizleyiciden kerhen aldiginiz elbisesini, kedinin üzerinde uyumasi için yatagin üzerine firlatin.
85. Sorulmadan, evin bütçesini dengelemek için ögütte bulunun.
86. Alisveris sirasi size geldiginde, mümkün oldugunca, donmus yiyecek alin.
87. Buz küpleri yapmaya yarar seyi buzluga susuz koyun.
88. Isten eve geldiginde, aksam yemegi için eksik malzemeyi almak üzere, en yakini iki km ötede olan sarküteriye gönderin.
89. Kirk yilin basinda, içinden geldigi için özene bezene yaptigi enfes yemegi TV seyrederek yiyin.
90. Kirk yilin basinda, içinden geldigi için özene bezene yaptigi enfes yemegin içine tuz basta olmak üzere her türlü baharati koyun.
91. Kirk yilin basinda, içinden geldigi için özene bezene yemek yaptiktan sonra, sizlanarak o gün hamburger yemek istediginizi söyleyin.
92. Kirk yilin basinda, içinden geldigi için özene bezene hazirladigi yemegi sizinle paylasma girisiminde bulunma cesaretini kirin.
93. Kirk yilin basinda, içinden geldigi için size yemek yapmak istediginde ailenizden birinin çok iyi yaptigi bir yemegi yapmasini isteyin; tattiktan sonra yüzünüzü burusturun.
94. Yemek pisirmesinin sizinki kadar iyi olmadigini söyleyin. Ancak, çok mesgul oldugunuzdan yemek pisirmeye ayiracak vaktiniz olmamis olsun.
95. çamasir yikama sirasinin ona geldigi hafta, her gün üç kez elbise degistirin. Hatta bir saat için giydiginiz buluzu, katlayip sifoniyere koymaktansa kirliye atmanin daha kolay, her dustan sonra havlunuzu degistirmenin bayagi yararli oldugunu birden farkedin.
96. Kan lekeli donlarinizi ortalikta birakin.
97. Tuvalet kagidi bitince, bilhassa bir yolculuk için bir süre kent disina gidecekseniz, ruloyu degistirmeyin.
98. Tras losyonu yerine bol bol kullanmaya bayildigi cilt temizleme losyonunuzu saklamayi ihmal etmeyin.
99. Islak havlunuzu yatagin üzerine, onun yattigi kisma firlatin.
100. Asetonla temizlenemiyorsa temizlemeye, mutfak biçagiyla düzeltilemiyorsa düzeltmeye degmez diye düsünün. 101. ö hazir olmasa bile garsona siparis vermeye hazir oldugunuzu söyleyin.
102. öna sormadan onun için de siparisi verin.
103. Kendisine ait olmayan siyasi görüsleri ona atfedin.
104. Basinizdan geçen tatli bir olayi animsatin ve anlamsiz gözlerle baktigini görünce, “öyle ya, o sen degildin” deyin.
105. Baska erkeklerle olan iliskilerinizde belirsiz olun; sürekli tahmin etmeye çalissin.
106. Yapilmasi gerekli bir seyi gelecek hafta yapacaginizi söyleyin.
107. Yapilmasi gerekli bir seyi gelecek hafta sonu yapacaginizi söyleyin.
108. Yapilmasi gerekli bir seyi `yakinda` yapacaginizi söyleyin.
109. Her seyi bas agriniza yükleyin.
110. Annesi geldiginde, abonesi oldugunuz Playgirl türü derginin ortalikta gözükmesini saglayin.
111. Kileri temizleyeceginize söz verin; sonra sadece içindekilerin yerini degistirin.
112. Evdeki hayvanin sizi daha fazla sevdigini söyleyin.
113. Bir spora baslayin ama gerçekte sadece TV`den seyredin.
114. Eve yeni alinan bir aletin isletme talimatini “Bir moron bile bunu isletebilir” diyerek okumayi reddedin; sonra bozdugunuzda kabahati fabrikada bulun.
115. Onun fütursuz alisveris huyu üzerine ileri geri konusun; sonra gidip yarim düzine çift ayakkabi alin.
116. Ertesi çarsida bir çift daha alin; fazla mal göz çikarmaz.
117. Sabah kendinize kahve yaptiktan sonra sütü disarida birakin.
118. Yalanci tirnaklariniz salatanin içinden çiksin.
119. Disinizi ilk önce siz firçalayin ve macun köpük ve artigini lavabodan temizlemeyin.
120. Yatmadan önce banyoyu önce siz kullanin ve her yere su siçratin. Naylon çoraplariniz ipte asili, kanli tamponlariniz yerde atili kalsin.
121. Sordugunda, evlenmek istediginizi ama zamanini bilmediginizi söyleyin.
122. Sordugunda, `isler yoluna girdiginde` evlenmek istediginizi söyleyin.
123. Sordugunda, `belki gelecek yil` evlenmek istediginizi söyleyin.
124. Kafasi çok fena bozukken çocuk taklidi yaparak konusun.
125. Kavgadan sonra çiçek gönderin ve artik herseyin eskisinden daha iyi, güllük gülistanlik oldugunu varsayin.
126. Kilo vermeye çalisirken, “Harika görünüyorsun hayatim, tatlini yiyebilirsin” deyin; sonra geçen yilin pantalonlarina sigmadigini söyleyin.
127. Kendiniz 10 kg aldiktan sonra onun 2 kilo almasi ile alay edin.
128. Hayatinizda onu hiç sakalli görmediginiz halde a-acayip yakisacagini beyan edin.
129. Yetiskin hayati boyunca biraktigi sakal ve saçlarini dibinden kestikten sonra uzun saç ve sakali ne denli çok sevdiginizi söyleyin.
130. Saçinizi onunkinden daha kisa kesin.
131. Asikar bir yalan söylemekten sakinin. Kilolu görünüp görünmedigini sordugunda “Yo, *aslinda* hayir” deyin.
132. Sözde kompliman yapin; kas yapayim derken, göz çikarin: “Siyah da çok ince gösteriyor”, “çildin de bayagi düzeldi” falan deyin.
133. Ah bir anlayabildiginizde, kaygilarini tartismaktan nasil da mutluluk duyacaginizi belirtin.
134. Okumak için gece lambasini açik tuttugunda siddetle itiraz edin ama o uyumak istediginde siz okumak için açik tutun.
135. Yatak odanizdaki TV`nin bir süre sonra kendiliginden kapanacagi konusunda onu temin edin; sonra sabaha karsi söndürmek için kalkmak zorunda kaldigini gizlice ve haince seyredin.
136. Çamasirlarinizi etraftan toplamayin; sonra “Burasi darmadagin” diye yakinin.
137. 3 yastikta israr edin; o uyuduktan sonra onun tek yastigini da çalin.
138. Yorganin onun üstündeki kismini da üstünüze çekin, donsun.
~~~~~~~~~~~~~~~~
Erkekler cennette kadınlar ?
Bayramiç’in Mollahasanlar köyünde her işi kadınlar yapıyor. Erkeklerin
günüyse oturup yatarak geçiyor.
Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine bağlı Mollahasanlar köyünde tarladan pazara tüm
işleri kadınlar yaparken, erkekler hiç çalışmadan yaşamlarını sürdürüyor.
Bayramiç’e 20 kilometre uzaklıktaki köyde erkekler, bu inanılmaz tablo için
‘Geleneklerimiz böyle’ derken, kadınlar eşlerinden destek görememekten
yakınıyor.
Kadının adının olmadığı, ‘Hasan’ın karısı’, ‘Ali’nin karısı’ şeklinde anıldığı
köyde, erkekler bütün zamanlarını evde yatarak ya da kahvehanede oturarak
geçiriyor. Kadınlarsa evde ev işlerini yapıp çocuklarına bakıyor, tarlada
çalışıp hayvanlarını besliyor. Elde edilen ürünleri de yine kadınlar pazara
götürüp satıyor.
" style="border-left-color: #b3cde6; border-bottom-color: #b3cde6; border-top-color: #b3cde6; border-right-color: #b3cde6" alt="Erkeklercenneti8 Erkekler cennette kadınlar ? " hspace="10" align="left" vspace="10" border="3" src="http://www.haberkenti.com/news_images/Erkeklercenneti8.jpg" />